🪐 Neml Suresi 19 Ayet Fazileti

Meryem Suresi Türkçe okunuşu, Arapça yazılışı, fazileti ve diyanet meali ile ilgili detaylı bilgilere içeriğimizden ulaşabilirsiniz. Kur'an-ı Kerim'in 19. suresi olan Meryem Suresi Gökaçılır, kapılar belirir. 12. Yusuf Ali (English) Meali. And the heavens shall be opened as if there were doors, Sadece meal okumak ile Kur'ân-ı Kerim'in bir çok âyetinin anlaşılması mümkün değildir. Mutlaka bir tefsire başvurulması gerekir. Nebe' Sûresi 19. ayetinin tefsiri için tıklayınız. *. 78 Sure. Nebe Suresi 19. Ayet Meali, Nebe 19, 78:19. Gök açılır ve kapı kapı olur. (Nur suresi, 19. ayet) *** Kötülüğü aklından geçirmeyen iffetli mü’min kadınlara zinâ isnâdında bulunanlar, dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır. (Nur suresi, 23. ayet) *** Onlar ki namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve âhiretin varlığına da kesin olarak iman ederler. (Neml تفقدالسادات خدامهم مكرمة لاينقص السؤددا هذا سليمان على ملكه قد قال ما لى لا أرى الهدهدا MuhammedSuresi 19. Ayet - Bil ki şüphesiz, Allah’tan başka (ibadeti hak eden) hiçbir ilah yoktur. Kendi günahların, mümin erkek ve mümin kadınların (günahları) için bağışlanma dile. Allah, dolandığınız yeri de konakladığınız yeri de bilir. NemlSuresi Tefsiri Oku veya Dinle. Neml Sûresi'nin ayet ayet türkçe tefsirini hem okuyabilir, hem de videosunu izleyebilirsiniz İbniKesir: Allah´a karşı yücelik taslamayın. Doğrusu ben, size açık bir burhan getirdim. Ömer Nasuhi Bilmen: «Ve Allah´a karşı yücelikte bulunmayın. Muhakkak ki, ben size bir apaçık hüccet ile geliyorum.». Tefhim-ul Kuran: «Allah´a karşı büyüklenmeyin; hiç şüphesiz ben size apaçık, bir delil getirmekteyim Makaleninkaynağı: sifaayetleridualari.blogspot.com. Neml Suresi (1. ve 2. Ayetler ) Fazileti Nedir ? (Z2) Okuyana hidayeti sağlar.. Beynin kullanılmayan bölgelerini çalıştırarak devreye sokar. Okuyanda iman ve kutsal değerler bakışı ile ibadet aşkı gelişir. Unutmayalım her daim hatırlayalım ki Yüce Mevla bizi neden yarattı.? NEMLSURESİ 19. Ayetinin Transkripsiyonu ve Sade Meali. Bunun üzerine (Süleyman A.S), onun sözüne gülerek tebessüm etti. Ve: "Rabbim, bana, anne ve babama en’am buyurduğun ni’metlere şükretmekte ve Senin razı olduğun salih amel (nefs tezkiyesi) yapmakta beni başarılı kıl. Ve beni, rahmetinle salih kullarının arasına dahil Sureve Ayet Havasları Dilek için ihlas suresi ve ihlas suresi duas 19.05.22 15:59 Ayetel Kürsi Sırlarından (24 Cevap) ( 1 2 3) Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!'' (NEML suresi 19. ayet) 7:42 AM · May 25, 2022 · Twitter Web App TQFRUT. Z2 Okuyana hidayeti sağlar.. Beynin kullanılmayan bölgelerini çalıştırarak devreye sokar. Okuyanda iman ve kutsal değerler bakışı ile ibadet aşkı gelişir. Unutmayalım her daim hatırlayalım ki Yüce Mevla bizi neden yarattı.? Dünya ya geliş nedenimiz neydi ? ve biz nelerle uğraşıyoruz. Kazıkmı çakacağız dünyaya. Büyükler güzel söylemişler. Günahın bini binpara. Açılmış saçılmışız. Unutmuşuz nereden geldik nereye gidicez. Bize ait ne varki bu dünyada. Bize giydirilmiş beden dahi bizim değilken, Ne bu kibir bu havalar. Namaz kılmıyor, oruç tutmuyor, haramları helal sayıp günümüzü gün etmekteyiz. Ama başlangıcın bir sonu var ister yüz sene yaşa ister bin sene fani dünya gelip geçiyor günler. Ömürler şimdi çok kısa. Kişi bunu idrak etmeli ve mahşere götürecek amellerlede meşgul olmalı. Sıkıntılı zamanlardayız elbette işsizlik, yoksulluk giderek artmaya devam ediyor. Ama bunların bizim ibadete Namaza, Oruca, Zikre, Kur'ana zaman ayırımacağımız anlamına gelmez. Yüce mevla bir anda öyle kapılar açarki, şaşırır insan, Yeterki yüce mevlanın bize Alemlere Rahmet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa efendimizle bildirmiş olduğu emir ve yasaklarına uyalım. Böylece hem ahiretimizi kurtarmış yüce mevlanın merhametiyle dünyalıklarımızda bereketlenir İnşaAllah. Abdest almak zor gelecek namaz kılmak daha da zor, ama zamanla okadar kolay gelecek ki, namaz vaktini özlemle bekler olacak kişi. İşte bunun için gelen nuru yakalamak lazım. Şimdi hadi sende şeytanını yen ona galip gel. Abdestini al ve müslamana farz kılınmış namazı kılmaya başla . Hesap günü beratını almak için bir farkındalık yarat. Bırak sana yobaz desinler, ne derse desinler onlara aldanma tekbir gerçek var, MAHŞERDE MİZAN VAR, ağızlara mühür vurulacak vucudun azaları dile gelecek. Vay bize, kim yardım edecek bize, Tövbe ediyoruz yarabbi, Bizi affet. Mahşerde yüzümüzü ak eyle. Mahşerde sıratı şimşek gibi geçmeyi nasip eyle İnşaAllah. Hep Hatırlayalım, Ölümden sonra gerçek diriliş var, rüya sona erecek kimsenin kimseye faydası olamayacak. Bir ALLAH bile diyemecek insan. Vay halime. Geriye ne dönüş var nede ölüm. Eğer günahlar ağır gelirse Merhametlilerin en merhametlisi Yüce Rabbimiz bizi bağışlamaz affetmezse halimiz nice olacak, hiç düşünmüyoruz. Yol yakin i ken doğru yolu seç seç ki kutuluşa er, sapıkların yoluna değil. Sonra çok büyük hüsrana uğrarsın. Kur'an Ayeti Olduğundan Abdestli okuyalım. أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم "Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahîm. " Meali Kovulmuş Şeytandan Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla Tâ sîn, tilke âyâtul kur’âni ve kitâbin ve buşrâ lil mu’minîn. Neml...1. ve 2. Anlamı Tâ, Sîn. Bunlar, apaçık bir Kitap olan Kur'ân'ın Âyetleri'dir. Mü'minler için hidayete erdirici ve müjdeleyicidir. Günde 100 okunur.. Neml Sûresi Hakkında Konusu Nuzül Neml Sûresi Hakkında Neml sûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 93 âyettir. İsmini 18. âyette geçen ve “karıncalar” mânasına gelen اَلنَّمْلُ neml kelimesinden alır. Sûrenin, Hz. Süleyman ve Sebe’ melikesi kıssasına geniş yer vermesi sebebiyle “Süleyman sûresi” ve Hüdhüd adlı kuştan bahsedilmesi sebebiyle de “Hüdhüd sûresi” isimleri de vardır. Mushaf’taki resmi sırası itibarıyla 27, iniş sırasına göre ise 48. sûredir. İçinde tilâvet secdesi bulunmaktadır. Neml Sûresi Konusu Sûre, ana konu olarak İslâm’ın inanç esaslarından bahseder. Allah’ın varlığı ve birliği, peygamberlik, vahiy gerçeği ve ilâhî kitaplar, âhiret hayatı mevzuları işlenir. İşlenen mevzulara ışık tutması bakımından Hz. Mûsâ, Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman, Hz. Sâlih ve Hz. Lût’un kıssalarından birer kesit takdim edilir. Allah Teâlâ’nın kâinattaki kudret ve azamet tecellilerinden misaller verilerek akıllar ve kalpler tevhidin idraki için harekete geçirilir. Kıyâmetin büyük alametlerinden biri olan دابة الأرض dâbbetü’l-arz bu sûrede anlatılır. Kıyâmet ve mahşer manzaralarına kısa bir dokunuştan sonra, dünyada iman ve sâlih ameller peşinde koşanlarla, nefeslerini günahlar ve nefsânî arzular yollarında hebâ edenlerin âkıbetleri gözler önüne serilir. Kurtuluş yolu olarak da Allah’a kulluk etmek, O’na teslim olmak, Kur’ân-ı Kerîm’i mânasını anlayarak okumak, sapıklıktan uzak durup hidâyet yollarına yönelmek ve hiçbir şeyden gâfil olmayan Allah’ı hamde devam etmek gösterilir. Neml Sûresi Nuzül Sebebi Mushaftaki sıralamada yirmi yedinci, iniş sırasına göre kırk sekizinci sûredir. Şuarâ sûresinden sonra, Kasas sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Neml Sûresi Arapça Yazılışı بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ طٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ 1. هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ 2. اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ 3. اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ 4. اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ 5. وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ 6. اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَارًاۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ 7. فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ 8. يَا مُوسٰٓى اِنَّهُٓ اَنَا۬ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ 9. وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِرًا وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ 10. اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْنًا بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ 11. وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِق۪ينَ 12. فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ 13. وَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْمًا وَعُلُوًّاۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟ 14. وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْمًاۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ 15. وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ 16. وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ 17. حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 18. فَتَبَسَّمَ ضَاحِكًا مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ 19. وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ 20. لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَابًا شَد۪يدًا اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ 21. فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَاٍ بِنَبَاٍ يَق۪ينٍ 22. اِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ 23. وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ 24. اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ ۩ 25. اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ 26. قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ 27. اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ 28. قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ 29. اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ 30. اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟ 31. قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْرًا حَتّٰى تَشْهَدُونِ 32. قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ 33. قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ 34. وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ 35. فَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ 36. اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ 37. قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ 38. قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ 39. قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِرًّا عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ 40. قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ 41. فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ 42. وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ 43. ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ 44. وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَاهُمْ صَالِحًا اَنِ اعْبُدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ 45. قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ 46. قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ 47. وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ 48. قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ 49. وَمَكَرُوا مَكْرًا وَمَكَرْنَا مَكْرًا وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ 50. فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ 51. فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ 52. وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ 53. وَلُوطًا اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ 54. اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ 55. فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ 56. فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ 57. وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَرًاۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟ 58. قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ 59. اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ 60. اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَارًا وَجَعَلَ خِلَالَهَٓا اَنْهَارًا وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزًاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ 61. اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَۜ 62. اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ 63. اَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 64. قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ 65. بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟ 66. وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَابًا وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ 67. لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ 68. قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ 69. وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ 70. وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ 71. قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ 72. وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ 73. وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ 74. وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ 75. اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ 76. وَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ 77. اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ 78. فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ 79. اِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ 80. وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ 81. وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟ 82. وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجًا مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ 83. حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْمًا اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 84. وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ 85. اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ 86. وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ 87. وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ 88. مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ 89. وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ 90. اِنَّمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ 91. وَاَنْ اَتْلُوَ۬ا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ 92. وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ 93. Neml Sûresi Türkçe Meali Ömer Çelik Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla 1. Tâ. Sîn. Bunlar, Kur’an’ın ve gerçekleri açıklayan apaçık kitabın âyetleridir. 2. O, mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve büyük bir müjdedir. 3. Onlar ki namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve âhiretin varlığına da kesin olarak iman ederler. 4. Âhirete inanmayanlara gelince, biz onların amellerini kendilerine güzel gösterdik; bu yüzden de onlar şaşkınlık içinde bocalayıp dururlar. 5. İşte dünyada azâbın en kötüsüne uğrayacak olanlar bunlardır. Onlar, âhirette de en çok zarara uğrayacakların tâ kendileridir. 6. Rasûlüm! Şüphesiz bu Kur’an sana, hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyi hakkiyle bilen Allah tarafından verilmektedir. 7. Hani Mûsâ, Medyen’den Mısır’a dönerken geceleyin ailesine “Ben uzakta bir ateş gördüm. Bekleyin; gidip ya oradan size yol güzergâhı hakkında bir haber getiririm veya tutuşmuş bir kor getiririm de ateş yakar ısınırsınız” demişti. 8. Oraya gelince kendisine şöyle nidâ edildi “Ateşin bulunduğu yerdekiler ve çevresindekiler mübârek kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah her türlü noksanlıktan uzaktır!” 9. “Ey Mûsâ! Gerçek şu ki ben, karşı konulamaz sınırsız kudret sahibi, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan Allahım!” 10. “Şimdi asânı yere at!” Mûsâ asâyı yere atıp onun çevik bir yılan gibi hareket ettiğini görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. Biz de buyurduk ki “Korkma, ey Mûsâ! Çünkü ben öyle bir Rabbim ki, benim huzurumda peygamberler korkmaz!” 11. “Fakat kim zulme batmışsa, öylelerinin benden korkması gerekir. Ancak onlar da işledikleri kötülüklerin ardından tevbe edip hâllerini ve amellerini güzelleştirirlerse, bilsinler ki, ben şüphesiz günahları çok bağışlayıcıyım ve engin merhamet sahibiyim.” 12. “Şimdi de elini koynuna sok! O her türlü leke ve hastalıktan arınmış olarak, bembeyaz bir halde çıkacaktır. Böylece yılana dönüşen asâ ve parlayan el, Firavun ve kavmine göstereceğin dokuz mûcizeden ikisi olacaktır. Çünkü onlar, işledikleri zulümler yüzünden yoldan çıkmış bir toplum hâline geldiler.” 13. Nihâyet mûcizelerimiz, gerçeği tüm açıklığıyla gösterici deliller olarak onlara gelince “Bunlar, düpedüz bir büyüdür” dediler. 14. Vicdanları bunların Allah’tan olduğuna tam kanaat getirdiği halde, bile bile yanlışta ısrar etmeleri ve boş bir büyüklenme ile onları inkâr ettiler. Ama neticede, işi gücü bozgunculuk olan o gürûhun âkibeti nasıl oldu, bir bak! 15. Doğrusu biz Dâvûd’a ve Süleyman’a husûsî bir ilim verdik. İkisi de “Bizi mü’min kullarının birçoğuna üstün kılan Allah’a hamdolsun” dediler. 16. Süleyman Dâvûd’a mirasçı oldu. Şöyle dedi “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her güzel şeyden bir nasip verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lutuftur.” 17. Günün birinde cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları emri üzere Süleyman’ın huzurunda toplandılar. Hepsi birlikte onun tarafından düzenli bir şekilde sevk ve idâre ediliyordu. 18. Nihâyet karıncalar vâdisine geldiklerinde, bir karınca “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin; Süleyman ve orduları farkınıza varmadan sizi çiğneyip ezmesinler!” dedi. 19. Bu sözleri işiten Süleyman masum bir mutluluk içinde tebessüm etti ve “Rabbim! Bana, anama ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve râzı olacağın sâlih ameller işlemeye beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına ilhâk eyle!” diye yalvardı. 20. Bu arada Süleyman ordusundaki kuşları teftiş etti. Şöyle dedi “Bana ne oluyor ki, Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” 21. “Madem öyle, onu şiddetli bir şekilde cezalandıracağım, belki de kafasını koparacağım, ya da bana mazeretini gösteren apaçık bir delil getirir.” 22. Çok geçmeden Hüdhüd çıkageldi ve Süleyman’a dedi ki “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’ kavminden çok mühim ve doğruluğu kesin bir haber getirdim.” 23. “Sebe’lilere hükümdarlık yapan bir kadın buldum ki, kendisine her güzel şeyden bir nasip verilmiş; onun büyük bir tahtı ve pek güçlü bir yönetimi var.” 24. “Ne var ki, onun ve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Anlaşılan, şeytan onlara amellerini süslü göstermiş, onları yoldan saptırmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.” 25. “Oysa göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri açığa çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bilen Allah’a secde etmeleri gerekmez mi?” 26. “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. O, büyük arşın Rabbi­dir.” 27. Süleyman dedi ki “Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancının biri misin, şimdi göreceğiz.” 28. “Şu mektubumu götürüp onların yanına bırak; sonra onlardan biraz öteye çekil de hangi neticeye varacaklarını gözle!” 29. Mektubu alan Sebe’ melikesi adamlarına şöyle dedi “Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı.” 30. “Mektup Süleyman’dan geliyor; Rahmân Rahîm Allah’ın ismiyle» diye başlıyor.” 31. “Bana karşı büyüklük taslamayın; derhal müslüman olup huzuruma gelin» diyor.” 32. Melike şöyle devam etti “Ey ileri gelenler! Bu mesele hakkındaki görüşlerinizi lutfen bana bildirin. Pekâlâ bilirsiniz ki, siz yanımda olmadan ve size danışmadan hiçbir konuda kesin kararımı vermem.” 33. Onlar da “Biz güçlü, kuvvetli ve oldukça savaşçı bir milletiz. Fakat karar verme yetkisi senindir. Ne dilersen onu emret, biz uygulamaya hazırız” dediler. 34. Melike dedi ki “Gerçek şu ki, hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman oranın düzenini altüst ederler; halkının onurlu ve şerefli insanlarını zelil hâle getiriler. Herhalde bunlar da böyle yapacaklardır.” 35. “Şimdi ben onlara değerli bir hediye göndereceğim, elçilerimin ne tür bir cevapla döneceklerine bakıp ona göre kararımı vereceğim.” 36. Elçiler gelince Süleyman onlara şöyle dedi “Siz bana mal ile yardım etmek, böylece beni etkilemek mi istiyorsunuz? Şunu bilin ki, Allah’ın bana verdiği nimetler size verdiğinden çok daha hayırlıdır. Ancak siz, bu tür hediyelerinizle sevinir, böbürlenirsiniz.” 37. “Haydi hediyelerinizi de alıp geri dönün ve onlara şunu bildirin Biz onların üzerine asla karşı koyamayacakları ordularla varacağız; elbette onları zelil ve küçük düşürülmüş bir halde ülkelerinden sürüp çıkaracağız.” 38. Elçi döndükten sonra Süleyman dedi ki “Ey ileri gelenler! Onlar müslüman olarak bana gelmeden önce, o kadının tahtını hanginiz bana getirebilir?” 39. Cinlerden bir ifrit “Ben, daha sen makâmından kalkmadan önce onu sana getiririm. Çünkü ben gerçekten bu konuda çok kuvvetli, güvenilir biriyim” dedi. 40. Kitaptan husûsî bir bilgiye sahip kişi ise “Ben onu sana daha gözünü kırpmadan getiririm” dedi. Süleyman tahtı yanı başında hazır görünce “Bu, Rabbimin lutfundandır; nimetine karşı şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınıyor. Kim şükrederse kendi iyiliği için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse şüphesiz Rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir, lutuf ve keremi pek boldur.” 41. Süleyman şöyle dedi “Onun tahtını tanıyamayacağı hâle getirin; bakalım gerçeğin farkına varacak mı, yoksa varamayacak mı?” 42. Belkıs gelince “Bak bakalım, bu senin tahtın olmasın?” dendi. O da “Evet, sanki o! Zâten bize daha önce bu mûcize hakkında bilgi ulaşmış, senin peygamber olduğunu anlamış ve biz müslüman olmuştuk” dedi. 43. Aslında onu, Allah’ı bırakıp taptığı şeyler hak dine girmekten alıkoymuştu. Çünkü o, inkârcı bir toplum içinde yetişmişti. 44. Belkıs’a “Buyurun, saraya girin!” dendi. Sarayın eyvanını görünce, zemininde engin ve duru su olduğunu zannedip eteğini yukarı çekti. Süleyman “Bu, billurdan yapılmış şeffaf bir saraydır” dedi. Belkıs sonunda “Rabbim! Ben, senden başkasına taparak kendime zulmetmişim! Artık şimdi Süleyman’la beraber Âlemlerin Rabbine gönülden teslim oluyorum!” dedi. 45. Semûd kavmine de, “Allah’a kulluk edin” diye tebliğde bulunması için kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Ama çok geçmeden onlar, birbiriyle çekişen iki grup oluverdiler. 46. Sâlih dedi ki “Ey kavmim! İyilikler dururken, ne diye başınıza acele bir kötülüğün gelmesini istiyorsunuz? Merhametine kavuşmak için Allah’tan affınızı dileseniz olmaz mı?” 47. Onlar “Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık” dediler. Sâlih “Başınıza gelen uğursuzluk, işlediğiniz günahlar yüzünden size Allah tarafından gelen bir uyarı ve cezadır. Doğrusu siz, iyiniz kötünüzden ayrılsın diye sınanmakta olan bir topluluksunuz” dedi. 48. O şehirde dokuz kişilik bir çete vardı ki, bunlar ülkede bozgunculuk yapıyor, hiç ıslah tarafına yanaşmıyorlardı. 49. Bunlar, Allah’a yemin ederek aralarında şöyle anlaştılar “Sâlih’e ve ailesine geceleyin baskın yapıp hepsini öldürelim. Sonra da hakkını arayacak yakınlarına Onun ailesinin uğradığı kıyıma biz katılmadık, kimin yaptığını da bilmiyoruz; emin olun biz doğru söylüyoruz» diyelim.” 50. Onlar akılları sıra böyle bir tuzak kurdular; biz de, onlar farkında olmaksızın tuzaklarını boşa çıkarmak üzere ciddi bir plan yaptık. 51. İşte bak, onların tuzaklarının âkıbeti nasıl oldu? Onları da, onları destekleyen topluluklarını da, geriye bir tek kişi bırakmadan helâk ettik. 52. İşte zulümleri sebebiyle yıkılıp gitmiş, ıssız harâbeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda gerçeği öğrenmek isteyen insanlar için büyük bir ibret vardır. 53. İman eden ve kalpleri Allah’a saygıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık. 54. Lût’u da peygamber olarak gönderdiğimizde, kavmine şöyle demişti “Sizler göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapmaya devam edecek misiniz?” 55. “Sahi siz kadınları bırakıp erkeklere mi şehvetle yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmeyen pek câhil bir gürûhsunuz.” 56. Kavminin ona cevâbı ise sadece “Lût’un ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar, temizliğe çok düşkün, pek ahlâklı insanlar!” demeleri oldu. 57. Biz de onu ve ailesini kurtardık. Ancak karısı hâriç. Onun geride kalıp helâk edilenlerden olmasını takdir buyurduk. 58. Üzerlerine öyle bir taş yağmuru yağdırdık ki... Azapla uyarılıp da buna aldırmayanların yağmuru ne fenâ bir yağmur oldu! 59. De ki “Bütün hamdler Allah’a, selâm da onun seçtiği kullar üzerine olsun! Şimdi söyleyin bakalım, Allah mı hayırlıdır, yoksa müşriklerin O’na ortak koştuğu varlıklar mı?” 60. Onlar mı hayırlı yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten sizin için su indiren mi? Öyle bir su ki biz onunla, bir ağacını bile bitirmeye güç yetiremeyeceğiniz nice güzelliklerle dolu bağlar, bahçeler yetiştiriyoruz. Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Hayır, hayır! Onlar haktan sapan bir gürûhtur. 61. Onlar mı hayırlı yoksa yeryüzünü yaşamaya elverişli kılan, içinde yer yer nehirler akıtan, onun sallanmaması için sâbit dağlar yaratan ve iki deniz arasına bir engel koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Hayır, hayır! Onların çoğu gerçeği bilmiyorlar. 62. Onlar mı hayırlı yoksa kendine yalvardığı zaman darda kalmış olanın imdâdına yetişip başındaki sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün halefleri ve hâkimleri yapan mı? Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Ne de az düşünüp ders alıyorsunuz! 63. Onlar mı hayırlı yoksa karanın ve denizin kat kat karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Allah, onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir! 64. Onlar mı hayırlı yoksa bütün varlıkları baştan yaratan, sonra o yaratmayı aralıksız tekrar edip yenileyen, öldükten sonra tekrar diriltecek olan ve sizi hem gökten hem de yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Eğer doğru söylüyorsanız, haydi delilinizi getirin! 65. De ki “Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerini de bilemezler. 66. Onların âhiretle alakalı bilgileri kıt ve yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde onlar âhiretten yana kördürler. 67. Kâfirler şöyle dediler “Sahi, biz ve atalarımız çürüyüp toprak olduğumuz zaman mı, yani biz o halde iken mi diriltilip kabirlerimizden çıkartılacağız?” 68. “Doğrusu, böyle tehditler bize yapıldığı gibi, bizden önce atalarımıza da yapılmıştı. Fakat bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil!” 69. De ki “Yeryüzünde dolaşın da böyle diyerek günaha gömülmüş inkarcı suçluların sonlarının nasıl olduğuna ibretle bakın!” 70. Rasûlüm! Onların yüzünden üzülme ve kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü de canını sıkma! 71. Onlar “Eğer doğru söylüyorsanız, bizi tehdit edip durduğunuz bu azap ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar. 72. De ki “Bir an önce gelmesini istediğiniz azabın bir kısmı belki de peşinize takılmış, ensenizde patlamak üzeredir.” 73. Şüphesiz Rabbin insanlara karşı sonsuz bir lutuf sahibidir; ne var ki onların çoğu şükretmezler. 74. Doğrusu Rabbin onların göğüslerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. 75. Çünkü göklerde ve yerde gizli olan ne varsa, hepsi apaçık bir kitapta yer almaktadır. 76. Şüphesiz bu Kur’an, İsrâiloğulları’na üzerinde anlaşmazlığa düştükleri pek çok konuyu açıklamaktadır. 77. Aynı zamanda o, mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve büyük bir rahmettir. 78. Doğrusu Rabbin, onlar arasında hikmet ve adâletle hükmünü verecektir. Çünkü O, karşı konulamaz bir kudrete sahip olan ve her şeyi hakkiyle bilendir. 79. Rasûlüm! Sen yalnızca Allah’a güvenip dayan. Çünkü, tuttuğun yol gerçekliği apaçık ortada olan hak yoldur. 80. Şunu iyi bil ki sen, ne ölülere duyurabilirsin, ne de arkalarını dönüp kaçarlarken o sağırlara dâvetini işittirebilirsin. 81. Körleri de savrulup durdukları yanlış yollardan kurtarıp doğru yola çekebilecek olan sen değilsin. Sen dâvetini ancak, önyargısız bir şekilde âyetlerimize inanıp gerçeğe teslim olmaya yatkın kimselere duyurabilirsin. 82. Kıyâmet yaklaşıp onlara verilen azap sözü başlarına geldiği zaman yerden bir canlı çıkarırız. O da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler. 83. O gün her ümmet içinden âyetlerimizi yalanlayanları gruplar hâlinde toplarız. Onlar bir araya getirilip toplu olarak hesap yerine sevk edilirler. 84. Nihâyet hesap yerine geldiklerinde Allah onlara şöyle buyurur “Demek siz, ne olduğunu iyice dinleyip anlamadan benim âyetlerimi yalanladınız, öyle mi? Değilse, bu yaptığınız neydi?” 85. Böylece işledikleri zulümler yüzünden tehdit edildikleri azap sözü gerçekleşir. Artık onların tek bir kelimeyle de olsa mazeret uyduracak halleri kalmaz. 86. Hiç görmezler mi ki biz, dinlenip sükûnete ersinler diye geceyi karanlık ve çalışıp kazansınlar diye gündüzü aydınlık kıldık? Şüphesiz bunda, iman eden bir toplum için nice deliller ve ibretler vardır. 87. Sûra üfleneceği gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olan herkes dehşetli bir korkuyla donakalacak; hepsi de başları eğik, boyunları bükük vaziyette O’nun huzuruna geleceklerdir. 88. Dağları görür, onları hareketsiz, yerlerinde donmuş sanırsın. Halbuki onlar, bulutların yürümesi gibi geçer giderler. Bu, her şeyi sağlam ve mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz O, yaptığınız her şeyi en iyi bilendir. 89. Kim huzurumuza bir iyilikle gelirse, mükâfat olarak ona ondan daha hayırlısı verilecektir. Üstelik böyleleri, o günün dehşetinden de güven içinde olacaklardır. 90. Ama kim de kötü amellerle gelirse, işte onlar yüzükoyun ateşe atılacaklardır. Siz, başka değil, ancak yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. 91. Rasûlüm de ki “Bana, bu beldeyi muhterem ve mukaddes kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbe kulluk etmem emredildi. Ve bana müslümanlardan olmam emredildi.” 92. “Yine bana Kur’an okumam emredildi.” Artık kim doğru yola girerse kendi iyiliğine girmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa “Ben sadece bir uyarıcıyım” de! 93. De ki “Bütün hamdler Allah’a aittir. O, size varlığının delillerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız.” Rabbin, yaptıklarınızdan asla habersiz değildir! Neml Sûresi Tefsiri Ömer Çelik 1. Tâ. Sîn. Bunlar, Kur’an’ın ve gerçekleri açıklayan apaçık kitabın âyetleridir. 2. O, mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve büyük bir müjdedir. 3. Onlar ki namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve âhiretin varlığına da kesin olarak iman ederler. Allah tarafından Resûlullah kalbine vahyedilen bu yüce âyetler, Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleridir. Burada Kur’an’ın şu mühim vasıflarına dikkat çekilir› Kitâb-ı mübîn O, her türlü tâlimât, emir ve yasaklarını apaçık ortaya koyan; hak ile bâtılın, helâlle haramın, iyi ile kötünün arasını net çizgilerle ayıran; ilâhî bir kitap olduğunda asla şüphe bulunmayan bir kitaptır. Onu basîret gözüyle inceleyen ve kalp kulağıyla dinleyen herkes, onun bir insan tarafından uydurulmadığını, Hakk’ın gerçek kelâmı olduğunu anlar.› Mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber Çünkü Kur’an’ın rehberliğinden ancak ona inanan, onun doğruluğunu tasdik edip dediklerini yapanlar faydalanır.› Mü’minler için büyük bir müjde Kur’ân-ı Kerîm baştan sona hem korkutma hem de müjdelerle doludur. İkaz ve korkutmaları kâfir ve günahkârlar için; müjdeleri ise ona inanan ve tâlimatlarını yerine getiren mü’min kullar içindir. Kur’an’ın tâlimatlarının temel esasları ise hakîki bir imanla birlikte namazı dosdoğru kılmak, nefsin tezkiyesi ve toplumun refâhı için zekâtı hakkiyle vermek ve âhirete kesin olarak inanmaktır. Zâten ilâhî huzurda bütün yaptıklarının hesabını vereceğine ve ona göre iyi ya da kötü ebediyen sürecek bir karşılık göreceğine inanan bir insanın dünyada gâfil bir hayat sürmesi mümkün değildir. Kulluk yolunda en ciddi problem, âhirete imanın olmayışıdır 4. Âhirete inanmayanlara gelince, biz onların amellerini kendilerine güzel gösterdik; bu yüzden de onlar şaşkınlık içinde bocalayıp dururlar. 5. İşte dünyada azâbın en kötüsüne uğrayacak olanlar bunlardır. Onlar, âhirette de en çok zarara uğrayacakların tâ kendileridir. Bir insan âhirete iman etmez, hesaba inanmaz, yaptıklarının hayır ya da şer olduğu konusunda karar verecek herhangi bir mahkemenin varlığını kabul etmezse, bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak, kendi iç dünyasında hayata karşı tamâmen materyalist bir anlayış geliştirir. Bu anlayışa binâen dünyada her türlü kötülüğü pervasızca yapabilir, buna rağmen vicdan azabı duymaz, hatta iyi bir şey yaptığını düşünebilir. Kendisine zevk ve neşeyi, maddî gelişme ve serveti, güç ve otoriteyi sağlayan her şey ona göre iyi olur. Tek hedefi, sadece bu dünya hayatının başarılarını elde etmek ve nimetlerini devşirmekten ibaret kalır. Bunları elde etme arzu ve endişesi, tabiî olarak onu her hususta yoldan çıkarır, azgınlık ve taşkınlığa sevk eder. Bu düşünceyle, dünya menfaatini elde etmek için yapacağı her hareket, ona güzel ve hoş görünür. Üstelik kendisi gibi dünya nimetlerini elde etme konusunda aşırı hırs göstermeyen, bu hususta fazla bir gayreti olmayan ve bu gaye için ahlâkî bir tahdîdi düşünmeksizin her şeyi göze almayanları da saf kimseler olarak telakki eder. Çünkü imansızlık, kalbin iyi ile kötüyü ayırabilme melekesini köreltir; kötüyü iyi, iyiyi kötü gösterir. Bu aslında Allah Teâlâ’nın, insanın ruh yapısına yerleştirdiği ilâhî kanunun tabiî bir Kerîm’de kâfirlerin amellerinin kendilerine süslenmesi, güzel gösterilmesi gerçeği, bazı yerlerde Allah Teâlâ’ya, bazı yerlerde ise şeytana nispet edilir. Kişinin dalâlete saplanıp, fıtratının bozulması durumunda yaptığı kötü işler kendine hoş gelir. İşte bu durumlarda kişinin amellerinin kendisine hoş gösterilmesi Allah’a izafe edilir. Kişinin şeytan tarafından kötü yola sürüklenmesi ve şeytanın ona bu yolu güzel göstermesi durumunda ise, tabiatı icabı burada şeytan zikredilir. Kâfirlere dünyada azabın en kötüsü çektirilir. Savaşlarda öldürülmeleri ve esir alınmaları bunun başında yer alır. Bunun haricinde de çeşitli azaplara maruz kalırlar. Ölüm ve haşir esnâsında büyük sıkıntılar çekerler. Mahşerden sonra ise bu azap ebedî hâle dönüşür ve bunlar gerçekten çok büyük bir hüsrâna uğrarlar. İşte Kur’ân-ı Kerîm, vakti geçmeden insanları uyarmak için inmiştir ve onun kaynağı son derece sağlamdır 6. Rasûlüm! Şüphesiz bu Kur’an sana, hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyi hakkiyle bilen Allah tarafından verilmektedir. Bu âyette Kur’ân-ı Kerîm’in inişiyle ilgili Allah Teâlâ’nın “Hakîm” ve “Alîm” ismine atıfta bulunulur. اَلْحَك۪يمُ Hakîm, en doğru hüküm veren, en sağlam iş yapan ve yaptığı her iş hikmetli olandır. اَلْعَل۪يمُ Alîm ise her şeyi en iyi şekilde bilen demektir. O, mahlukâtın mâzisi, hâli ve istikbâli hakkında eksiksiz bir ilme; kullarının ıslâhı ve hidâyeti için lâzım gelen tüm tedbir ve tanzimi yapacak bir hikmete sahiptir. İşte bu iki mühim ilâhî ismin tecellisi olan Kur’ân-ı Kerîm, kulların hâlini ıslah ve onları doğru yola eriştirmek için âyet-i kerîme, buradan itibaren anlatılacak kıssalar ve o kıssalarda serdedilen ilâhî hikmet ve ilim tecellilerine dikkat çekmek üzere bir hazırlık mâhiyetindedir 7. Hani Mûsâ, Medyen’den Mısır’a dönerken geceleyin ailesine “Ben uzakta bir ateş gördüm. Bekleyin; gidip ya oradan size yol güzergâhı hakkında bir haber getiririm veya tutuşmuş bir kor getiririm de ateş yakar ısınırsınız” demişti. 8. Oraya gelince kendisine şöyle nidâ edildi “Ateşin bulunduğu yerdekiler ve çevresindekiler mübârek kılınmıştır. Âlemlerin Rabbi olan Allah her türlü noksanlıktan uzaktır!” 9. “Ey Mûsâ! Gerçek şu ki ben, karşı konulamaz sınırsız kudret sahibi, her hükmü ve işi hikmetli ve sağlam olan Allahım!” 10. “Şimdi asânı yere at!” Mûsâ asâyı yere atıp onun çevik bir yılan gibi hareket ettiğini görünce arkasına bakmadan dönüp kaçtı. Biz de buyurduk ki “Korkma, ey Mûsâ! Çünkü ben öyle bir Rabbim ki, benim huzurumda peygamberler korkmaz!” 11. “Fakat kim zulme batmışsa, öylelerinin benden korkması gerekir. Ancak onlar da işledikleri kötülüklerin ardından tevbe edip hâllerini ve amellerini güzelleştirirlerse, bilsinler ki, ben şüphesiz günahları çok bağışlayıcıyım ve engin merhamet sahibiyim.” 12. “Şimdi de elini koynuna sok! O her türlü leke ve hastalıktan arınmış olarak, bembeyaz bir halde çıkacaktır. Böylece yılana dönüşen asâ ve parlayan el, Firavun ve kavmine göstereceğin dokuz mûcizeden ikisi olacaktır. Çünkü onlar, işledikleri zulümler yüzünden yoldan çıkmış bir toplum hâline geldiler.” 13. Nihâyet mûcizelerimiz, gerçeği tüm açıklığıyla gösterici deliller olarak onlara gelince “Bunlar, düpedüz bir büyüdür” dediler. 14. Vicdanları bunların Allah’tan olduğuna tam kanaat getirdiği halde, bile bile yanlışta ısrar etmeleri ve boş bir büyüklenme ile onları inkâr ettiler. Ama neticede, işi gücü bozgunculuk olan o gürûhun âkibeti nasıl oldu, bir bak! Hz. Mûsâ’nın burada hülâsa olarak anlatılan kıssası daha tafsilatlı bir şekilde Arâf ve Tâhâ sûrelerinde geçmişti. bk. Arâf 7/103-157; Tâhâ 20/9-98 Burada dikkat çekilen noktalar şunlardırBirincisi; Hz. Mûsâ’nın kendisine vahiy geleceği hususunda hiçbir bilgisi ve beklentisi yoktur. Bu, peygamberliğin vehbî olduğunu gösterir. Nitekim Peygamberimiz hakkında da “Sen, aslında bu kitabın sana vahyedileceğini ummuyordun. Bu sana ancak Rabbinden bir rahmet olarak geldi. O halde sakın kâfirlere arka çıkma!” Kasas 28/86 buyrulur. Mûsâ karşılaşmayı umduğu kimselere “yol sormak” veya “ısınmak için ateş getirmek” gibi, tamâmen şartların zorladığı tabii ihtiyaçlar sâikıyla gelmişken, orada birden vahiy gerçeğiyle ateşin bulunduğu yerde mübârek kılınan, Mûsâ etrafındakiler ise meleklerdir. Bu hususta “Mûsâ ve ona iman edenler”, “Mûsâ ve etrafındaki kutsal topraklar” şeklinde izahlar da Allah Teâlâ’nın kendisini “Âlemlerin Rabbi” olarak tanıtması, İsrâiloğulları’nda bulunan, Allah’ın yalnız İsrâil’in rabbi olduğu, öteki milletleri İsrâiloğulları’na köle verdiği şeklindeki yanlış inancı kesinlikle reddeder. Allah tüm âlemlerin ve bütün insanların Rabbidir. Takvâ ve kulluk dışında O’na yakın olmanın hiçbir vasıtası yoktur. Hz. Ebubekir “Allah’ın hiç kimseyle nesep bağı yoktur” sözüyle bu gerçeği ifade Peygamberler Allah tarafından güvende kılınmış kişilerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de “onlara hiçbir korku yoktur, onlar asla üzülmeyeceklerdir” bk. Yûnus 10/62 buyrulan evliyaullahın başında şüphesiz en seçkin insanlar olan peygamberler gelir. Âniden kıvrak, çevik bir yılana dönüşen asâ karşısında ürperip, ardına bakmaksızın koşan Mûsâ “Korkma! Çünkü ben öyle bir Rabbim ki, benim huzurumda peygamberler korkmaz!” Neml 27/10 telkiniyle bu gerçeğe işaret edilmiştir. Aslında iman ve sâlih amellerle dâimâ Allah’ın huzurunda bulunduğunun farkında olan ve bunun huzurunu gönlünde hisseden bir mü’minin herhangi bir şeyden korkmasına gerek yoktur. Çünkü o, her şeyin Allah’ın elinde olduğunu, O dilemedikçe hiçbir şeyin olmayacağını, O izin vermedikçe hiçbir varlığın başka bir varlığa zarar vermeyeceğini bilir. O’nun takdir buyurduğu iyiliğin de kötülüğün de geri kalmayacağına, mutlaka vuku bulacağına inanır. Ancak böyle bir inanç, insanın tedbirli yaşamasına kesinlikle engel olmamalıdır. Mûsâ gelince, yanlışlıkla kıptiyi öldürmesi sebebiyle onun içinde bir günah korkusu bulunmaktaydı. Belki korkup kaçmasının altında, işlediği bu suçtan kaynaklanan bir endişe yatmaktaydı. Bu bakımdan, âyetin devamında kötülükten sonra bundan vazgeçip amelini ve hâlini düzeltenlerin bağışlanacağı müjdesi Hz. Mûsâ’yı burada Hz. Mûsâ’ya verilen dokuz mûcizeden sadece ikisine yâni “asâ ve yed-i beyzâ”ya yer verilmiş bk. Arâf 7/107-108; Tâhâ 20/19-22, diğerlerine sadece söz gelimi temas edilmiştir. bk. Arâf 7/130-133Kıssada yeni olan taraf; Firavun ve kavminin, Mûsâ’nın gösterdiği mûcizelerin, Allah tarafından ona verildiğini vicdânen bildikleri halde sırf zulüm ve kibirleri yüzünden bunları inkâr ettiklerini belirtmesidir. Onların bu davranışlarıyla, sırf haksızlık, gurur ve kibirleri yüzünden Hz. Muhammed peygamberliğini inkâr eden müşriklerin davranışları arasında benzerlik vardır. Meselâ Peygamberimiz “el-Emîn” ve “es-Sâdık” vasıflarıyla niteleyenler Mekkelilerdi. Hattâ Allah Resûlü’nün amansız bir düşmanı olan Ebû Cehil bile O’na bir gün“−Yâ Muhammed! Ben sana, Sen yalancısın!» demiyorum. Fakat şu getirdiğin davetini istemiyorum...” diyerek Efendimiz’in doğruluğunu vicdânen kabul ettiğini, fakat davetine icâbet etmekte nefsine mağlûb olduğunu bir bakıma îtirâf etmişti. Nitekim bu hâl, âyet-i kerîmede şöyle beyân edilmektedir“…Gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.” Enâm 6/33Dolayısıyla Kur’an’ın maksadı, muhataplarına, yaptıklarının, Firavun ve kavminin yaptıklarına benzediğini anlatıp, onları intibâha Mûsâ ve Firavun kıssasıyla, Allah ve peygamber düşmanı zâlimleri bekleyen fecî âkibete dikkat çekildikten sonra, şimdi de Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman kıssalarından aktarılacak kesitlerle Allah’ın ve Peygamber’in yoluna kendilerini adamış mü’minlere müjdelenen nimetler haber verilmektedir 15. Doğrusu biz Dâvûd’a ve Süleyman’a husûsî bir ilim verdik. İkisi de “Bizi mü’min kullarının birçoğuna üstün kılan Allah’a hamdolsun” dediler. Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’a verilen “ilim”den maksat; şeriat ilmi, insanlar arasında hükmedebilecek bir bilgi ve salahiyet, yeryüzünde halifelik, Hz. Dâvûd’a verilen Zebur, her ikisinin de hayvanların dilinden anlamaları ve başkalarının bilmediği sahalarda bilgi sahibi olmalarıdır. İlim, nimetlerin en kıymetlisi olduğundan, her iki peygamber de, kendilerinin lütfedilen bu nimet sayesinde mü’min kulların birçoğundan üstün tutulduklarını belirterek Allah’a hamd etmiştir. Nitekim âyet-i kerîmede “Allah, içinizden gerçekten iman etmiş olanların makamını bir derece ve imanla birlikte kendilerine ilim de verilmiş olanların makamlarını ise derecelerle yükseltir” Mücâdile 58/11 buyrularak ilmin bu faziletine işaret Hz. Dâvûd’un peygamberlik ve halifelik vazifesine vâris olmuştur. Eğer söz konusu edilen “mal” olsaydı, ona tüm kardeşlerin eşit olarak mirasçı olması gerekirdi. Yine Allah Teâlâ ona lutuf ve kereminden, daha sonra kimseye nasip etmediği bir mülk ve saltanat verdi. Zira Hz. Süleyman “Rabbim beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat ihsan eyle! Şüphesiz bütün nimetleri bağışlayan, lutufları bol olan yalnız sensin!” Sād 38/35 diye dua etmiş, bunun üzerine Cenâb-ı Hak da ona emriyle kolayca akıp giden rüzgârı, binâ inşâ eden ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer mahlukâtı onun emrine amâde kılmıştı. bk. Sād 38/36-38Peki Süleyman öğretilen مَنْطِقُ الطَّيْرِ mantıku’t-tayr neydi? Bu terkip “mantık” ve “tayr” kelimelerinden oluşur. “Mantık”, esasen “nutuk” demektir, fakat mantığın temeli olan “ruhî kuvvet” mânasında ıstılah olarak kullanılır. Bilinen nutuk ise, insanın içinde oluşan hisleri ifade etmek için seslenilen ve çoğu dil ile çıkarıldığından dolayı dil, lisan ve lügat dahi denilen tekil veya mürekkep haldeki lafızlardır. Bu tür bir nutuk gerçek anlamda insana aittir. Ancak benzetme ve mecaz yoluyla başka türlü ifade biçimlerine de “nutuk” denilir. Mesela yazı gibi özel işaretlerle bir şey anlatmak insanın iç dünyasına ait bir nutkun ifadesi olmak üzere mecazen nutuk sayıldığı gibi, güvercinin ötmesi ve udun çalması da Araplar tarafından “nutuk” kelimesiyle anlatılır. Bu tespitten hareketle müfessirlerin pek çoğu “mantık”ı, ister tek, ister birkaç sözden meydana gelmiş olsun, mâna ifade eden veya etmeyen her türlü ses çıkarmanın adı olarak tanımlamışlardır. Buna göre “mantıku’t-tayr”ı da, kuşun çeşitli hisleri arasındaki ilişkiyi yöneten hassasiyet kuvveti mantık ve hislerini ortaya koymak için çıkardığı sesler dil olarak açıklamışlardır. Mesela horozun yem aramak için deşinmesinde bir mantık vardır, yemi bulduğu zaman “dık dık” diye tavukları çağırması da bir nutuk, bir dil demektir. bk. Zemahşerî, el- Keşşâf, III, 140; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXVI, 186; Elmalılı, Hak Dini, V, 3665[1]Kuşlarda olduğu gibi diğer hayvanlar arasında da çıkardıkları bir takım sesler kanalıyla anlaşma sağlandığında şüphe yoktur. Âyette sadece kuş mantığının sözkonusu edilmesi, meramı en kısa yoldan ifade etme gayesi güder. Çünkü Hz. Süleyman, insandan en çok uzakta duran ve kaçan kuşun mantığını bilince, insana yakın bulunan ve daha çok ihtilat eden hayvanların mantığını öncelikle ve daha kolay bilir. Nitekim ayette ifade edildiği gibi o, karıncaların mantığını yani konuşmasını da anlamıştır. Dolayısıyla bu âyet-i kerîme, Hz. Süleyman’ın bütün hayvan sınıflarının mantığını, dilini bildiğine delalet etmektedir. İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XIX, 237[2]Hayvanlar arasında çıkardıkları sesler vasıtasıyla anlaşma olduğuna ve bu bilindiğine göre, burada önemli olan husus, kuşun veya başka hayvanların Hz. Süleyman’a konuşmasından öte, tabii olan bu konuşmaları Süleyman anlaması ve anlayış derinliğidir. O, sadece hayvanların dilini değil, Kur’an’ın ifadesine uygun olarak onların mantığını biliyordu. Meselâ yalnız kuşların sesleri ve hareketleriyle ifade ettikleri hislerini anlamakla kalmıyor, o hisleri yöneten mantığı, perde arkası durumları da kavrıyordu. Bu bakımdan o, hayvanların çıkardığı seslerdeki kastı anladığı gibi, onları emir-komuta altına alıp ordusu içinde çeşitli görevlerin yerine getirilmesinde kullanmayı da biliyordu. Ayrıca kuşların tabii olarak gerçekleştirdikleri “uçma” eyleminin bilgisi bile ona öğretilmişti. Özellikle ayetlerde ifade edilen rüzgârın Hz. Süleyman’ın emrine verilmesi ve Belkıs’ın tahtının çok kısa sürede uzun bir mesafeden getirilmesi de bu bilgi ile ilgili etmeye çalıştığımız üzere “mantıku’t-tayr”, öğretilme özelliği olan bir bilgidir. Hz. Süleyman bu bilgiyle kuşandığı için hayvanların dilinden anlamaktaydı. Bu bilginin ona Allah tarafından hususi olarak öğretildiğini ve dolayısıyla bunun harikulade bir olay kabilinden mûcize olduğunu söyleyip bırakmak en kestirme yoldur. Bu anlayışın, ta Süleyman zamanındaki ilmî seviye ve gelişmişlik açısından makul bir anlayış olduğu da kabul edilebilir. Fakat günümüzdeki bilimsel keşifler bakımından şunu ifade etmek gerekir ki, bu bilgi, şüphesiz, Allah’ın kâinata koyduğu ince ve esrarengiz kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bu bilginin, ilmî çalışmalar ve araştırmalar neticesinde elde edilmesinin zamanla imkân dâhilinde olacağını söylemekte bir sakınca Hz. Süleyman’a verilen bu özel bilginin mâhiyeti ve ne işe yaradığı bir örnekle açıklanmak üzere buyruluyor ki 16. Süleyman Dâvûd’a mirasçı oldu. Şöyle dedi “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her güzel şeyden bir nasip verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lutuftur.” Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’a verilen “ilim”den maksat; şeriat ilmi, insanlar arasında hükmedebilecek bir bilgi ve salahiyet, yeryüzünde halifelik, Hz. Dâvûd’a verilen Zebur, her ikisinin de hayvanların dilinden anlamaları ve başkalarının bilmediği sahalarda bilgi sahibi olmalarıdır. İlim, nimetlerin en kıymetlisi olduğundan, her iki peygamber de, kendilerinin lütfedilen bu nimet sayesinde mü’min kulların birçoğundan üstün tutulduklarını belirterek Allah’a hamd etmiştir. Nitekim âyet-i kerîmede “Allah, içinizden gerçekten iman etmiş olanların makamını bir derece ve imanla birlikte kendilerine ilim de verilmiş olanların makamlarını ise derecelerle yükseltir” Mücâdile 58/11 buyrularak ilmin bu faziletine işaret Hz. Dâvûd’un peygamberlik ve halifelik vazifesine vâris olmuştur. Eğer söz konusu edilen “mal” olsaydı, ona tüm kardeşlerin eşit olarak mirasçı olması gerekirdi. Yine Allah Teâlâ ona lutuf ve kereminden, daha sonra kimseye nasip etmediği bir mülk ve saltanat verdi. Zira Hz. Süleyman “Rabbim beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat ihsan eyle! Şüphesiz bütün nimetleri bağışlayan, lutufları bol olan yalnız sensin!” Sād 38/35 diye dua etmiş, bunun üzerine Cenâb-ı Hak da ona emriyle kolayca akıp giden rüzgârı, binâ inşâ eden ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğer mahlukâtı onun emrine amâde kılmıştı. bk. Sād 38/36-38Peki Süleyman öğretilen مَنْطِقُ الطَّيْرِ mantıku’t-tayr neydi? Bu terkip “mantık” ve “tayr” kelimelerinden oluşur. “Mantık”, esasen “nutuk” demektir, fakat mantığın temeli olan “ruhî kuvvet” mânasında ıstılah olarak kullanılır. Bilinen nutuk ise, insanın içinde oluşan hisleri ifade etmek için seslenilen ve çoğu dil ile çıkarıldığından dolayı dil, lisan ve lügat dahi denilen tekil veya mürekkep haldeki lafızlardır. Bu tür bir nutuk gerçek anlamda insana aittir. Ancak benzetme ve mecaz yoluyla başka türlü ifade biçimlerine de “nutuk” denilir. Mesela yazı gibi özel işaretlerle bir şey anlatmak insanın iç dünyasına ait bir nutkun ifadesi olmak üzere mecazen nutuk sayıldığı gibi, güvercinin ötmesi ve udun çalması da Araplar tarafından “nutuk” kelimesiyle anlatılır. Bu tespitten hareketle müfessirlerin pek çoğu “mantık”ı, ister tek, ister birkaç sözden meydana gelmiş olsun, mâna ifade eden veya etmeyen her türlü ses çıkarmanın adı olarak tanımlamışlardır. Buna göre “mantıku’t-tayr”ı da, kuşun çeşitli hisleri arasındaki ilişkiyi yöneten hassasiyet kuvveti mantık ve hislerini ortaya koymak için çıkardığı sesler dil olarak açıklamışlardır. Mesela horozun yem aramak için deşinmesinde bir mantık vardır, yemi bulduğu zaman “dık dık” diye tavukları çağırması da bir nutuk, bir dil demektir. bk. Zemahşerî, el- Keşşâf, III, 140; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîhu’l-gayb, XXVI, 186; Elmalılı, Hak Dini, V, 3665[1]Kuşlarda olduğu gibi diğer hayvanlar arasında da çıkardıkları bir takım sesler kanalıyla anlaşma sağlandığında şüphe yoktur. Âyette sadece kuş mantığının sözkonusu edilmesi, meramı en kısa yoldan ifade etme gayesi güder. Çünkü Hz. Süleyman, insandan en çok uzakta duran ve kaçan kuşun mantığını bilince, insana yakın bulunan ve daha çok ihtilat eden hayvanların mantığını öncelikle ve daha kolay bilir. Nitekim ayette ifade edildiği gibi o, karıncaların mantığını yani konuşmasını da anlamıştır. Dolayısıyla bu âyet-i kerîme, Hz. Süleyman’ın bütün hayvan sınıflarının mantığını, dilini bildiğine delalet etmektedir. İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, XIX, 237[2]Hayvanlar arasında çıkardıkları sesler vasıtasıyla anlaşma olduğuna ve bu bilindiğine göre, burada önemli olan husus, kuşun veya başka hayvanların Hz. Süleyman’a konuşmasından öte, tabii olan bu konuşmaları Süleyman anlaması ve anlayış derinliğidir. O, sadece hayvanların dilini değil, Kur’an’ın ifadesine uygun olarak onların mantığını biliyordu. Meselâ yalnız kuşların sesleri ve hareketleriyle ifade ettikleri hislerini anlamakla kalmıyor, o hisleri yöneten mantığı, perde arkası durumları da kavrıyordu. Bu bakımdan o, hayvanların çıkardığı seslerdeki kastı anladığı gibi, onları emir-komuta altına alıp ordusu içinde çeşitli görevlerin yerine getirilmesinde kullanmayı da biliyordu. Ayrıca kuşların tabii olarak gerçekleştirdikleri “uçma” eyleminin bilgisi bile ona öğretilmişti. Özellikle ayetlerde ifade edilen rüzgârın Hz. Süleyman’ın emrine verilmesi ve Belkıs’ın tahtının çok kısa sürede uzun bir mesafeden getirilmesi de bu bilgi ile ilgili etmeye çalıştığımız üzere “mantıku’t-tayr”, öğretilme özelliği olan bir bilgidir. Hz. Süleyman bu bilgiyle kuşandığı için hayvanların dilinden anlamaktaydı. Bu bilginin ona Allah tarafından hususi olarak öğretildiğini ve dolayısıyla bunun harikulade bir olay kabilinden mûcize olduğunu söyleyip bırakmak en kestirme yoldur. Bu anlayışın, ta Süleyman zamanındaki ilmî seviye ve gelişmişlik açısından makul bir anlayış olduğu da kabul edilebilir. Fakat günümüzdeki bilimsel keşifler bakımından şunu ifade etmek gerekir ki, bu bilgi, şüphesiz, Allah’ın kâinata koyduğu ince ve esrarengiz kanunlar çerçevesinde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla bu bilginin, ilmî çalışmalar ve araştırmalar neticesinde elde edilmesinin zamanla imkân dâhilinde olacağını söylemekte bir sakınca Hz. Süleyman’a verilen bu özel bilginin mâhiyeti ve ne işe yaradığı bir örnekle açıklanmak üzere buyruluyor ki 17. Günün birinde cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan orduları emri üzere Süleyman’ın huzurunda toplandılar. Hepsi birlikte onun tarafından düzenli bir şekilde sevk ve idâre ediliyordu. 18. Nihâyet karıncalar vâdisine geldiklerinde, bir karınca “Ey karıncalar, yuvalarınıza girin; Süleyman ve orduları farkınıza varmadan sizi çiğneyip ezmesinler!” dedi. 19. Bu sözleri işiten Süleyman masum bir mutluluk içinde tebessüm etti ve “Rabbim! Bana, anama ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve râzı olacağın sâlih ameller işlemeye beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına ilhâk eyle!” diye yalvardı. Süleyman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan kalabalık bir orduya sahipti. Bir gün bir gaza için bunlar Hz. Süleyman’ın huzurunda düzenli bir ordu halinde toplandılar ve yürümeye başladılar. Bunları sevk ve idâre eden Hz. Süleyman’ın kendisiydi. Sağ ve solu, ön ve arkası, manga ve bölükleriyle bütün ordu onun emrine göre hareket ediyor ve ilerliyordu. Nihâyet “karıncalar vâdisi”ne ulaştılar. Burası karıncaların bol olduğu bir vâdiydi. Kur’ân-ı Kerîm, bunun nerede ve nasıl bir vâdi olduğunu belirtmeğe gerek görmediği için, biz de tafsilat vermekten sarf-ı nazar ediyoruz. Mühim olan karıncalar reisinin durumu, konuşması, Allah’ın verdiği hususi bir ilimle Hz. Süleyman’ın bunu anlaması, kendine lütfedilen bu ilâhî ihsan karşısında gönül dünyasının bir çağlayan gibi coşarak Allah’a yönelmesi ve kıyamete kadar insan ruhuna istikâmet verecek muhteva, derinlik ve güzellikteki o muhteşem niyazını yapmasıdır. Nitekim şu ibretli hâdisedeki görülen durum da aynı ruh hassasiyetinin sonraki çağlarda tecelli eden izdüşümlerinden biridirBir gün Kânûnî Sultan Süleyman, sarayın bahçesindeki armut ağaçlarını kurutan karıncaların öldürülebilmesi için Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetvâ istemiştiDırahta ger ziyân etse karıncaZararı var mıdır ânı kırınca?Pâdişâh’ın bu fetvâ talebi üzerine, Ebussûd Efendi de, bir beyitle şöyle cevap verdiYarın Hakk’ın dîvânına varınca;Süleyman’dan hakkın alır karınca!Ordu karıncalar vâdisine gelince karıncaların reisi, “Süleyman ve ordusu farkınıza varmadan sizi çiğnemesin” diye oradaki tüm karıncaları uyarıyor. İşin dikkat çeken tarafı o karınca, Hz. Süleyman’ı ve ordusunu tanıyor. Onların mü’min, adâletli, şefkat ve merhametli kimseler olduğunu biliyor. Küçücük bir karıncayı bile bilerek ezmeyecek, onun hukukunu koruyacak seviyede ince ruhlu ve faziletli kişiler olduklarına şâhitlik şu beytiyle bütün varlıkların hukukunu korumanın ve her sahibine hakkını vermenin huzurlu bir toplum hayatı için vazgeçilmez bir kaide olduğunu ne güzel ifade eder“Umûmu müstefîd etmez husûsun hakkını ibtâlSakın bir ferdi ezme gayret-i efrâd lâzımsa.” Nâilî-i Cedîd“Birkaç kişinin veya bir zümrenin hakkını ellerinden alıvermekle bütün bir milleti memnun ederim zannına kapılma! Eğer bütün bir insan topluluğunu memnun etmek istiyorsan, onlar arasından bir tek kişiyi bile ezmemek lâzımdır.”Karıncanın konuşmasından şöyle bir işaret çıkarmak mümkündür “Ben kavmimi dünyaya karşı zâhid olmaya teşvik ediyorum. Eğer sizi bu mülk ve saltanat içinde görürlerse buna rağbet etmelerinden korktum da zühd duygularının zedelenmemesi için yuvalarına girmelerini emrettim.” Bu izahı doğru kabul edersek, burada büyüklerin evlât, âile ve cemaatlerini iyiye yönlendirmedeki vazifelerine dikkat çekilmektedir. Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 414 Zâten âyet-i kerîmede, vukuundan korkulan tehlikelere karşı en güzel şekilde korunmanın lüzûmuna bir delil olduğu açıktır. Hayat sahibi varlıklar, fıtratları gereği böyle bir dikkat ve temyiz kuvvetine göre karınca Süleyman Allah’ın sana verdiği en büyük şeref nedir?” diye sorar. Hz. Süleyman“- Allah, benim emrime havayı Mûsâhhar kıldı” der. Bunun üzerine karınca“- Bunda, sana verilen tüm bu nimetlerden elinde hava»dan başka bir şey kalmayacağına bir işaret olduğunu anlamaz mısın?” nasihatinde bulunur. Kuşeyrî, Letâifü’l-işârât, II, 414Ziyâ Paşa’nın şu beyti de bu mânayı telmih eder“Derler ki hava üzre gezer taht-ı Süleymân,Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.”Hz. Süleyman, karıncanın konuşmasını duydu, ne demek istediğini anladı. Bu konuşma onun çok hoşuna gitti, sevindi, neşelendi. Hemen ve istediği şekilde cezalandırmaya muktedir bir adamın, cezasından kurtulmaya çalışan küçük birinin o kurtulma çabasına sevindiği gibi sevindi. Bu sebeple tatlı bir mutluluk içinde tebessüm etti. Fakat bu neşe ve tebessüm, dünyevî bir başarıya değil, ilmî, manevî ve ruhânî bir güzelliğe duyulan hayranlığın bir tezâhürü idi. Bu sebepledir ki, bu ilâhî lutuf karşısında Süleyman zerre miktarı bir taşkınlığa meyletmeksizin, tüm varlığıyla kulluk zırhına bürünüp Allah’a yöneldi ve“Rabbim! Bana, anama ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve râzı olacağın sâlih ameller işlemeye beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına ilhak eyle!” Neml 27/19 diye dua bu duayla Rabbinden üç mühim talepte bulunmuşturBirincisi; hem kendisine, hem de ana-babasına verilen nimetlere şükre muvaffak kılması. Çünkü Cenâb-ı Hak kullarından şükür istemekte, şükredenlere nimetleri artıracağını müjdelemekte, fakat şükreden kulların da sayıca çok az olduklarını haber vermektedir. Diğer taraftan nankörlüğü asla sevmemekte ve nankörlük yapanları cezalandıracağını bildirmektedir. bk. İbrâhim 14/7; Sebe’ 34/13 Buna göre şükre muvaffak olabilmek büyük bir mazhariyettir. Süleyman duasına “ana-babasına” verilen nimetlere şükrü de katması, kulun sadece kendine mahsus nimetlere değil, Allah’ın verdiği hususi ve umûmi tüm nimetlere şükretmesi gerektiğini Allah’ın râzı olacağı sâlih ameller yapmaya muvaffak kılması. Kulun tüm niyet, söz, fiil ve davranışlarının Allah’ın rızâsına uygun olması çok büyük bir başarıdır. Bunu başaran kişi, aynı zamanda Allah’ı gazaplandıran işlerden de uzak kalabilecektir. Fakat bunu kuluna nasip edecek olan yalnızca Allah olduğundan, böyle bir duaya devamın ehemmiyeti Allah’ın rahmetiyle sâlih kullar arasına girebilmesi, hüsn-i hâtime istemesi. Buradaki “salâh”tan maksat, hiçbir günah lekesi olmayarak rahmet-i rahmâna kavuşmaktır. Kişinin iyi hâlinin devam etmesi, ahlâkının peyderpey kemâle ermesi, kulluktaki sadakat ve samimiyetinin artması ve hüsn-i hâtimeyle Rabbine varabilmesi için sâlih ve sâdıkların arasında bulunması zaruridir. Dünyada sâlih ve sâdık kullarla dost olanlar, âhirette de onlarla birlikte cennete gireceklerdir. Bu sebeple en seçkin kullar olan peygamberler bile Cenâb-ı Hak’tan sâlihlerle beraber olmayı istemişlerdir. Nitekim Yûsuf müslüman olarak canımı al ve beni sâlih kullarının arasına kat!” Yûsuf 12/101 diye dua Teâlâ da bunun ehemmiyetine binâen“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının; özü sözü doğru, samimi ve dürüst insanlarla beraber olun!” Tevbe 9/119 ve saltanatının en muhteşem bir deminde Süleyman bu duası ile ortaya koyduğu bu yüce ruh hâli, her türlü fazilette toplumlarına örnek olmaları lazım gelen devlet adamlarına yüksek ilhamlar verecek pek mühim dersler ihtivâ etmektedir. Süleyman kuşların dilinden anlamasına gelince 20. Bu arada Süleyman ordusundaki kuşları teftiş etti. Şöyle dedi “Bana ne oluyor ki, Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?” 21. “Madem öyle, onu şiddetli bir şekilde cezalandıracağım, belki de kafasını koparacağım, ya da bana mazeretini gösteren apaçık bir delil getirir.” Süleyman ordusunun bir bölüğü kuşlardan oluşmaktaydı. Bütün orduyu kontrol altında tutup dirâyetle idâre eden Hz. Süleyman, kuşları şöyle bir gözden geçirdi. İçlerinde Hüdhüd’ün olmadığını gördü. Hüdhüd, “çavuş kuşu” denilen ve kendine has nağmelerle öten bir kuş çeşididir. Bunun, Hz. Süleyman’ın su arama ve suyun yerin ne kadar derinliğinde bulunduğunu keşfedip haber verebilme gibi özel bir hizmetinde bulunduğu söylenmektedir. Böyle mühim bir vazifesi olan birinin arandığı zaman bulunmaması, gerçekten de kumandanı hiddetlendirecek bir durum arz Süleyman’ın bu dikkati ve hiddeti, onun ülkesini nasıl bir uyanıklıkla idare ettiğini, halkı üzerinde titrediğini ve onların tüm işlerinden kendini sorumlu sayarak her biriyle en güzel şekilde ilgilendiğini gösterir. Öyle ki, en küçük bir kuşun bir an bile olsa gözden uzak olması ona gizli kalmamaktadır. Buna göre halkın mesuliyetini omuzlanan devlet adamlarının, idâreleri altında bulunan kişilerin durumlarını iyice araştırmaları, dertleriyle yakından ilgilenmeleri ve onları gereği gibi korumaları en önemli görevlerinden biridir. İşte adâletiyle dünyaya ün salan Hz. Ömer’in“Dicle kenarında bir kurt kapsa koyunuGelir de adl-i ilâhî sorar Ömer’den onu” şeklindeki gönül hassâsiyeti buna muşahhas bir misal de cihan padişahı Kanunî Sultan Süleyman’danKânûnî’nin Avusturya’ya yaptığı seferlerin birinde idi. Ordu düşmana doğru ilerlerken, gayri müslimlerin köylerinden de geçiliyordu. Kânûnî, mola verdiği bir sırada hıristiyan bir köylü, huzûruna geldi ve“–Sultânımız! Askerlerinizden birisi bağımdan üzüm koparmış ve yerine de parasını asmış! Size teşekkür ve tebrîke geldim” üzerine Kânûnî Sultan Süleyman Han, derhal o askeri buldurtup seferden menetti. Buna hayret eden hıristiyan köylüye de şöyle dedi“–Askerin hâli, zafere erişmenin ilk adımıdır. Eğer o asker, parayı üzümünü aldığı asmaya bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zâlimler ordusu olurdu ve o askerin kellesi giderdi. O parayı asmaya bıraktığı için kellesini kurtardı, ancak sahibinden izinsiz mal aldığı için seferden men cezasına çarptırıldı.”Âyette ifade edildiği şekilde Hz. Süleyman’ın “bana ne oluyor ki” diye söze başlayarak ilk safhada yanlış görmeyi kendine izâfe etmesi, peygamberlerin tebalarını sevk ve idârede, onların hatalarını tashihte gösterdikleri edep, nezâket ve zarâfetin açık bir misâlidir. Nitekim aynı nezâketi Resûlullah hayatında daha fazlasıyla müşâhede etmek mümkündür. Efendimiz gördüğü hatalı davranışlarda hatayı işleyen kişiyi bizzat muhatap almaksızın sanki herkese söylüyormuşçasına genel ifadeler kullanırdı. Böylece hata işleyen kişinin toplum içinde rencide olmadan yanlışını düzeltmesini sağlardı. Hz. Âişe diyor kiPeygamberimiz, birisinin kendisi hakkında bir şey söylediğini duyduğunda“Falana ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyor” demez de “Bazı kimselere ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar” derdi. Ebû Dâvûd, Edeb 6Hataları örtmede gece gibi olan Rasûl-i Muhterem bazan de muhâtaplarının hatâsını onlara yakıştıramadığını hissettirmek maksadıyla “Bana ne oluyor ki sizi böyle görüyorum” buyururdu. Buhârî, Menâkıb 25; Müslim, Salât 119Peygamberlerin bu örnek ahlâkını kendilerine bir mihenk ve bir fiilî kıstas olarak kabul edip baş tâcı yapan Allah dostları, menfî bir durumla karşılaştıkları veya malî bir kayba uğradıkları vakit, yaptıklarını şöyle bir gözden geçirerek kendi kusurlarını araştırırlar. Demek ki İslâm, bizden ne kadar ulvî bir ahlâk, hassâs bir ruh ve rakîk bir kalp bir boyutunu, izah edilmeye çalışıldığı kadarıyla, ahlâkî incelik oluşturduğu gibi, diğer boyutunu da siyâsî ve idârî muktedirlik ve hassâsiyet teşkil etmektedir. Burada Hz. Süleyman’ın bir hükümdar ve komutan olarak isyankârlara karşı net bir tavır ortaya koyduğu görülür. Geçerli bir mazeret beyân edemediği takdirde Hüdhüd’ü şiddetli bir şekilde cezalandıracağını veya kellesini uçuracağını söyler. Böylece Hüdhüd üzerinden vazifesini ihmal eden herkese ciddi bir gözdağı vermiş olur. Bu ifade, cezanın suç işleyenin bedenine göre değil de, işlenen suça göre olacağına delil teşkil etmektedir. Bununla birlikte, cezalandırılacak olan şahsa belli şartlar dâhilinde yumuşaklık gösterilebilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in suçların bağışlanması hususunda daima teşvikte bulunduğu görülmektedir. bk. Bakara 2/178; Mâide 5/45Gelelim Hüdhüd’ün kedini savunmasına 22. Çok geçmeden Hüdhüd çıkageldi ve Süleyman’a dedi ki “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’ kavminden çok mühim ve doğruluğu kesin bir haber getirdim.” Hz. Süleyman’ın bu kesin kararlılığını ve disiplinini bilen Hüdhüd, gözden kayboluşunu makûl kılacak ve hükümdarın dinlemesini sağlayacak şok edici bir haberle sözlerine başlıyor “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’[1] kavminden çok mühim ve doğruluğu kesin bir haber getirdim” diyor. Gerçekten tebaasından birinin “senin bilmediğin bir şey biliyorum” şeklindeki bir ifadesi karşısında merak edip etkilenmeyecek hangi hükümdar olabilir ki? Sonra Hüdhüd getirmiş olduğu o kesin haberin mâhiyetini açıyor Sebe’lilere hükümdarlık yapan, pek çok imkâna sahip, büyük bir tahtı ve güçlü bir yönetimi olan bir kadından bahsediyor. İşin bu kısmı Hz. Süleyman’ı fazla heyecanlandırmıyor. Halbuki normalde krallar daha ziyade bu nevi dünyevî saltanata tama ederler. Fakat Hüdhüd, onların Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını, şeytana tâbi olup doğru yoldan kaydıklarını söyleyince, işte o zaman esas hedefi Allah’ın dinini tebliğ ve i’lây-ı kelimetullah olan Hz. Süleyman harekete geçiyor, doğru söyleyip söylemediğini tespit edip ona göre bir karara varacağını belirtiyor [1] Sebe’, o zaman Güney Arabistan’da yer alan ve halkı ticâretle tanınmış bir ülke idi. Başkenti de, şimdiki Kuzey Yemen’in merkezi Sana’nın kuzey doğusunda, takrîben 55 mil mesafede bulunan Ma’rib kenti idi. Sebe’ ülkesinde hükümdâr olan ve Kur’an’da ismi anılmaksızın bahsi geçen kadının ise, Belkis binti Şurahbil veya Belkis binti Hedâhid b. Şurahbil olduğu nakledilir. 23. “Sebe’lilere hükümdarlık yapan bir kadın buldum ki, kendisine her güzel şeyden bir nasip verilmiş; onun büyük bir tahtı ve pek güçlü bir yönetimi var.” 24. “Ne var ki, onun ve kavminin Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Anlaşılan, şeytan onlara amellerini süslü göstermiş, onları yoldan saptırmış, bu yüzden doğru yolu bulamıyorlar.” 25. “Oysa göklerdeki ve yerdeki gizlilikleri açığa çıkaran, sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bilen Allah’a secde etmeleri gerekmez mi?” 26. “O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. O, büyük arşın Rabbi­dir.” Hz. Süleyman’ın bu kesin kararlılığını ve disiplinini bilen Hüdhüd, gözden kayboluşunu makûl kılacak ve hükümdarın dinlemesini sağlayacak şok edici bir haberle sözlerine başlıyor “Ben, senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe’[1] kavminden çok mühim ve doğruluğu kesin bir haber getirdim” diyor. Gerçekten tebaasından birinin “senin bilmediğin bir şey biliyorum” şeklindeki bir ifadesi karşısında merak edip etkilenmeyecek hangi hükümdar olabilir ki? Sonra Hüdhüd getirmiş olduğu o kesin haberin mâhiyetini açıyor Sebe’lilere hükümdarlık yapan, pek çok imkâna sahip, büyük bir tahtı ve güçlü bir yönetimi olan bir kadından bahsediyor. İşin bu kısmı Hz. Süleyman’ı fazla heyecanlandırmıyor. Halbuki normalde krallar daha ziyade bu nevi dünyevî saltanata tama ederler. Fakat Hüdhüd, onların Allah’ı bırakıp güneşe taptıklarını, şeytana tâbi olup doğru yoldan kaydıklarını söyleyince, işte o zaman esas hedefi Allah’ın dinini tebliğ ve i’lây-ı kelimetullah olan Hz. Süleyman harekete geçiyor, doğru söyleyip söylemediğini tespit edip ona göre bir karara varacağını belirtiyor[1] Sebe’, o zaman Güney Arabistan’da yer alan ve halkı ticâretle tanınmış bir ülke idi. Başkenti de, şimdiki Kuzey Yemen’in merkezi Sana’nın kuzey doğusunda, takrîben 55 mil mesafede bulunan Ma’rib kenti idi. Sebe’ ülkesinde hükümdâr olan ve Kur’an’da ismi anılmaksızın bahsi geçen kadının ise, Belkis binti Şurahbil veya Belkis binti Hedâhid b. Şurahbil olduğu nakledilir. 27. Süleyman dedi ki “Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancının biri misin, şimdi göreceğiz.” Hüdhüd’ün “sana Sebe’ halkından çok mühim ve doğuluğu kesin bir haber getirdim” sözünde devlete arz olunacak haberlerin iyi araştırılarak şüpheden uzak olması gereğine; Hz. Süleyman’ın da “doğru söyleyip söylemediğine bakacağız” sözünde de devlet başkanın her duyduğu habere güvenerek harekete geçmemesinin ve o haberin doğruluğunu mutlaka araştırmasının önemine işaret vardır. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur“Ey iman edenler! Size, hiçbir endişe, iç burkulması duymadan dinin emir ve yasaklarını açıktan açığa çiğneyebilen ve yalana aldırmayan’ bir kimse önemli bir haber getirecek olursa bunun doğru olup olmadığını iyice araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı haksız bir saldırıda bulunur, sonra da yaptığınıza pişman olursunuz!” Hucurât 49/6 Ayrıca burada “haber-i vâhid”in[1] kesin bilgi ifade etmediğine, doğru ya da yanlış olma ihtimalinin bulunduğuna, dolayısıyla bu hususta “caiz” sınırında durmak gerektiğine bir delâlet görmek mümkündür. Diğer yönden o haberi getireni hemen reddetmeyip, verdiği haberin doğru veya yanlış olduğuna bakmanın lüzûmuna da bir işaret vardır. Süleyman Hüdhüd’ün mazeretini kabul ederek onu cezalandırmaktan vazgeçmiştir. Bununla devlet başkanının ve mevkilerine göre diğer idârecilerin, halkın mazeretlerini kabul edip cezalandırmayı bırakmaları tavsiye âyet-i kerîmeler, müşriklere ve dinden habersiz insanlara mektuplar gönderip bu yolla onları İslâm’a daveti bir üsul olarak önümüze koyar. Ayrıca dinin tebliği bakımından günümüzün mektup, telefon, telgraf, mesaj, mail gibi tüm iletişim vasıtalarının etkin bir şekilde kullanımını teşvik eder. Nitekim Resûlullah Medine döneminde pek çok devlet başkanı ve kabile reisine İslâm’ı tebliğ etmek üzere mektuplar göndermiştir. Hüdhüd mektubu alıp gitti, emredildiği gibi mektubu onların yanına bıraktı. Bir kenara çekilip Belkis ve tayfasının ne yapacaklarını ve mektuptaki taleplere nasıl bir karşılık vereceklerini beklemeye başladı [1] Haber-i vâhid Tek kişinin verdiği haber. 28. “Şu mektubumu götürüp onların yanına bırak; sonra onlardan biraz öteye çekil de hangi neticeye varacaklarını gözle!” Hüdhüd’ün “sana Sebe’ halkından çok mühim ve doğuluğu kesin bir haber getirdim” sözünde devlete arz olunacak haberlerin iyi araştırılarak şüpheden uzak olması gereğine; Hz. Süleyman’ın da “doğru söyleyip söylemediğine bakacağız” sözünde de devlet başkanın her duyduğu habere güvenerek harekete geçmemesinin ve o haberin doğruluğunu mutlaka araştırmasının önemine işaret vardır. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur“Ey iman edenler! Size, hiçbir endişe, iç burkulması duymadan dinin emir ve yasaklarını açıktan açığa çiğneyebilen ve yalana aldırmayan’ bir kimse önemli bir haber getirecek olursa bunun doğru olup olmadığını iyice araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa karşı haksız bir saldırıda bulunur, sonra da yaptığınıza pişman olursunuz!” Hucurât 49/6Ayrıca burada “haber-i vâhid”in[1] kesin bilgi ifade etmediğine, doğru ya da yanlış olma ihtimalinin bulunduğuna, dolayısıyla bu hususta “caiz” sınırında durmak gerektiğine bir delâlet görmek mümkündür. Diğer yönden o haberi getireni hemen reddetmeyip, verdiği haberin doğru veya yanlış olduğuna bakmanın lüzûmuna da bir işaret vardır. Süleyman Hüdhüd’ün mazeretini kabul ederek onu cezalandırmaktan vazgeçmiştir. Bununla devlet başkanının ve mevkilerine göre diğer idârecilerin, halkın mazeretlerini kabul edip cezalandırmayı bırakmaları tavsiye âyet-i kerîmeler, müşriklere ve dinden habersiz insanlara mektuplar gönderip bu yolla onları İslâm’a daveti bir üsul olarak önümüze koyar. Ayrıca dinin tebliği bakımından günümüzün mektup, telefon, telgraf, mesaj, mail gibi tüm iletişim vasıtalarının etkin bir şekilde kullanımını teşvik eder. Nitekim Resûlullah Medine döneminde pek çok devlet başkanı ve kabile reisine İslâm’ı tebliğ etmek üzere mektuplar göndermiştir. Hüdhüd mektubu alıp gitti, emredildiği gibi mektubu onların yanına bıraktı. Bir kenara çekilip Belkis ve tayfasının ne yapacaklarını ve mektuptaki taleplere nasıl bir karşılık vereceklerini beklemeye başladı[1] Haber-i vâhid Tek kişinin verdiği haber. 29. Mektubu alan Sebe’ melikesi adamlarına şöyle dedi “Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı.” 30. “Mektup Süleyman’dan geliyor; Rahmân Rahîm Allah’ın ismiyle» diye başlıyor.” 31. “Bana karşı büyüklük taslamayın; derhal müslüman olup huzuruma gelin» diyor.” Belkis mektubu alır almaz, onun çok mühim, pek şerefli ve değerli bir mektup olduğunu söyledi. Çünkü o› Hârikulâde bir yoldan gelmiştir. Onu insanlardan bir postacı değil, bir kuş getirip ve yukarıdan önüne bırakmıştır.› Filistin ve Suriye’nin büyük hükümdarı Sultan Süleyman’dan gelen bir mektuptur.› O, Rahman Rahim Allah’ın ismiyle başlamaktadır. Bu, o zamana kadar hiç bir hükümdarın tatbik etmediği, alışık olunmayan olağanüstü bir üsûldü.› Mektupta dünya mülk ve saltanatına arzuyu dile getirecek hiçbir kelime, hatta bir işaret bile yoktu. Bilakis o, en samimi ifadelerle Allah’a davet ediyordu. Dolayısıyla Belkis ve halkını açık ve anlaşılır bir uslupla isyanı bırakıp itaate yönelmeye ve müslüman olarak Hz. Süleyman’ın huzurunda hazır bulunmaya çağırması mektubun en önemli özelliği idi.“Müslüman olarak gelmeleri” talebinde, hem “boyun eğmiş, teslim olmuş olarak gelme”, hem de “İslâm’ı kabul edip müslüman olarak gelme” mânası vardır. Birinci mâna, Hz. Süleyman’ın hükümdar olma vasfına, ikinci mâna ise, onun peygamberlik vasfına uygundur. Dolayısıyla mektubun hem dinî hem de siyâsî yönünün olduğu mektubuna gönlünü kaptıran ve onun ezici tesiri altında kalan Belkis, verecek bir cevap bulamadı; ancak “bu çok şerefli, çok değerli bir mektup” diyebildi. Gönlünü saran bu hissiyatı, aynı zamanda hitap ettiği ileri gelenlerin gönüllerine de aşıladı. Mektubun sahibine cephe almak ve düşmanlık yapmak istemediği her halinden anlaşılmaktaydı. Bunu açık olarak söylemese de mektubu bu şekilde tavsif etmekle, beklediği görüşe zemin hazırlamaktaydı. Aslında bu hüsn-i edep ve yüksek ihtirâmıyla Belkis, fânî saltanatını ebedî bir mülke çevirme lütfuna erişti; İslâm’la ve Hz. Süleyman’ın beraberliğiyle şereflendi. Nitekim Firavun’un sihirbazları da, değneklerini atacakları sırada önceliği Hz. Mûsâ’ya vermeleri, yani Allah’ın peygamberine bir edep ve ihtirâm gösterisinde bulunmaları sebebiyle, kısa bir müddet içinde şehâdet rütbesine yücelmişlerdi. bk. Arâf 7/115 Câlib-i dikkattir ki, Resûlullah çevre ülkeleri İslâm’a davet için gönderdiği mektupları hürmetle karşılayanları Allah Teâlâ ya hidâyetle şereflendirmiş veya mülkünün devamını sağlamış; saygısızlık edenleri ise hidâyetten mahrum bıraktığı gibi pek fenâ bir şekilde cezalandırmıştır. Efendimiz mektubunu öpüp başına koyan Necâşi’nin hüsn-i hâtimesi ile onun mübârek mektubunu parçalama şenaatinde bulunan kisrânın bütün mülk ve saltanatının paramparça olması bunun en açık misâlidir. Bütün bunlar dinin alâmet ve nişânelerine saygının ehemmiyetini, saygısızlığın da fecâatini gözler önüne sermektedir. Bu sebepledir ki Cenâb-ı Hak“Kim Allah’ın belirlediği nişânelere saygı gösterirse, Allah’a saygı göstermiş olur. Çünkü bu davranış, kalplerin Allah’a saygıyla dopdolu oluşundandır” Hac 22/32 buyurur. Melike Belkıs’ın mektup karşısında sergilediği ilk tavır böyle edep, saygı ve ihtiram dolu olunca, olayın ilerleyen bölümlerinin bu istikamette olumlu geliştiğini görmekteyiz 32. Melike şöyle devam etti “Ey ileri gelenler! Bu mesele hakkındaki görüşlerinizi lutfen bana bildirin. Pekâlâ bilirsiniz ki, siz yanımda olmadan ve size danışmadan hiçbir konuda kesin kararımı vermem.” 33. Onlar da “Biz güçlü, kuvvetli ve oldukça savaşçı bir milletiz. Fakat karar verme yetkisi senindir. Ne dilersen onu emret, biz uygulamaya hazırız” dediler. 34. Melike dedi ki “Gerçek şu ki, hükümdarlar bir ülkeye girdikleri zaman oranın düzenini altüst ederler; halkının onurlu ve şerefli insanlarını zelil hâle getiriler. Herhalde bunlar da böyle yapacaklardır.” 35. “Şimdi ben onlara değerli bir hediye göndereceğim, elçilerimin ne tür bir cevapla döneceklerine bakıp ona göre kararımı vereceğim.” Belkis burada devlet erkânının görüşlerine müracaat etmekte, hâdise hakkındaki fikirlerini istemekte ve durum değerlendirmesi yapıp ortak bir kanaat ortaya çıkarmalarını beklemektedirŞimdiye kadar ki verdiği emirlerde ve yaptığı işlerde onları yanına almadan hiçbir işi kestirip atmamış, şimdiye kadar devlet işlerinin hiçbirinde keyfi bir yönetimde bulunmamış, onların fikrini dinlemeden hiçbirini kendiliğinden yürürlüğe koymamış, her ne emir vermişse onların huzurunda ve görüşlerini alarak vermişti. Onun için bu mektup işinde de onların fikir ve fetvalarıyla kuvvet almak istediğini belirtti. Demek ki, Belkis’in devlet işlerini istişâre için huzurunda toplanan maruf bir topluluk vardı. Ayrıca söz konusu ifadeler, krallıkla yönetilmesine rağmen Sebe’lilerdeki idâre şeklinin tam bir diktatörlük olmadığını, aksine zamanın hükümdarının mühim işlerde, devlet erkânıyla istişare ettikten sonra karar verdiğini tüm işlerin, bunlar arasında devlet işlerinin de istişâreyle yapılmasının önemine dikkat çekilir. Nitekim Allah Teâlâ Peygamber “Karara bağlanacak işlerde onlarla istişâre et!” Âl-i İmran 3/159 diye emir vermiştir. Yine Cenâb-ı Hak, fazilet sahibi kullarını överken “Aralarındaki işlerini istişâre ederek yürütürler” Şûrâ 42/38 istişârede bulunduğu ileri gelenler, “Biz güçlü, kuvvetli ve oldukça savaşçı bir milletiz” Neml 27/33 diyerek teslim olmamak için savaşmak lâzım geleceğini düşünerek güç ve kuvvetlerini yeterli olduğunu ve gerektiğinde şiddetli bir şekilde savaşabileceklerini belirtmişlerdir. Bununla beraber açıkça “Savaşmalıyız” demiyorlar; doğrusu kraliçenin emrine karışmayı da pek uygun bulmuyorlar. Âdeta savaş olmadan bir çare bulunabildiği takdirde sürûr duyacaklarını hissettirir bir şekilde kararı ehline teslim ederek ve siyasî bir taktik göstererek sözü şöyle bitiriyorlar “Bununla birlikte karar verme yetkisi senindir, senin sorumluluğunda olan bir vazifedir. Ne emredeceğini sen düşün ve karar ver. Savaş mı yaparsın, yoksa barışa bir yol mu bulursun? Bu senin bileceğin bir durumdur. Hangi kararı verirsen ver, biz onu yapmaya hazırız. ”Belkis, beyân edilen fikir ve kanaatlerin kendi düşüncesi çerçevesinde ortaya çıktığını gördü. Bu kez kadınlığın getirdiği savaş ve yıkıcılığa aykırı fıtrî bir temâyülle harp ihtimâlini bir tarafa bırakmak üzere sözüne devam etti. Kralların savaşarak bir memlekete girdiklerinde oranın düzenini bozup perişan ettiklerini, halkının izzet ve şeref sahibi olanlarını hor ve hakir hale getirdiklerini; öldürme, esaret, sürgün, hapis ve benzeri çeşitli zillet, hakaret ve kötülüklere düşürdüklerini hatırlattı. Mektubunda “bana karşı baş kaldırmayın” ikazında bulunan Hz. Süleyman’ın da böyle yapma ihtimalinin uzak olmadığını imâ etti. Böylece ileri gelenlerin gönüllerinde az da olsa bulunması muhtemel savaşma meylini tamamen ortadan kaldırdı. Savaştan mümkün olduğu kadar sakınmak ve memleketi düşman istilâsına uğratmaya sebebiyet vermemek gerektiği düşüncesini iyice tebellür ettirmiş oldu. Elçileriyle hediye gönderme kararı ise bu düşüncesinin son hamlesi oldu. Gönderdiği hediyeyle Hz. Süleyman’ın gerçek durumunu yoklayacak ve ona göre hareket edecekti. Eğer Süleyman bu hediyeleri kabul ederse, bu onun dünyalık peşinde olduğunu ve barış için dünyevî vasıtaların fayda verebileceğini anlayacaktı. Yok eğer kabule yanaşmazsa o zaman bunun akideyle alakalı ulvî bir dâva olduğunu bilecek; hiç bir malın, hatta yeryüzündeki en değerli şeylerin bile onu durduramayacağını anlayacak ve teslim elçileri Hz. Süleyman’ın huzurunda 36. Elçiler gelince Süleyman onlara şöyle dedi “Siz bana mal ile yardım etmek, böylece beni etkilemek mi istiyorsunuz? Şunu bilin ki, Allah’ın bana verdiği nimetler size verdiğinden çok daha hayırlıdır. Ancak siz, bu tür hediyelerinizle sevinir, böbürlenirsiniz.” Hz. Süleyman bir peygamberdi ve en mühim vazifesi Allah’ın dinini tebliğdi. Bu sebeple onun, değeri ne olursa olsun hediyelere kanıp dünya malına aldanarak esas vazifesini terk etmesi düşünülemezdi. Ancak bütün himmetlerini dünyaya yönlendiren kimseler, onunla sevinir ve onunla böbürlenirler. Hesaplarını hep onun üzerine binâ ederler. Halbuki din nimetinin kıymet bakımından diğer maddi nimetlerle mukâyesesi bile doğru değildir. Bu hakikatin tam bir idrâki içinde bulunan Süleyman hediyelere iltifat etmemiş, fânî sevdaların kendini esas hedefinden saptıramayacağını göstermiş, üstelik siyâsî şartlar öyle gerektirdiği için de, müslüman olmadıkları takdirde, güç yetiremeyecekleri ordularla üzerlerine gideceğini söyleyerek onları tehdit dönüp durumu anlatınca Belkıs, artık boyun eğip müslüman olmaktan başka yolun kalmadığını anladı. Gelip Süleyman’ın hizmetine girmeye karar verdi. Hazırlığını yaparak ülkesinden yola çıktı. Allah Teâlâ da bu durumu Süleyman vahyen bildirdi. Bu sırada Hz. Süleyman, Belkıs’a saltanatının muhteşemliğini ve emrindeki kuvvetlerin fevkalâdeliğini gösteren bir jest olması için onun tahtının kendisine getirilmesini istedi 37. “Haydi hediyelerinizi de alıp geri dönün ve onlara şunu bildirin Biz onların üzerine asla karşı koyamayacakları ordularla varacağız; elbette onları zelil ve küçük düşürülmüş bir halde ülkelerinden sürüp çıkaracağız.” 38. Elçi döndükten sonra Süleyman dedi ki “Ey ileri gelenler! Onlar müslüman olarak bana gelmeden önce, o kadının tahtını hanginiz bana getirebilir?” 39. Cinlerden bir ifrit “Ben, daha sen makâmından kalkmadan önce onu sana getiririm. Çünkü ben gerçekten bu konuda çok kuvvetli, güvenilir biriyim” dedi. 40. Kitaptan husûsî bir bilgiye sahip kişi ise “Ben onu sana daha gözünü kırpmadan getiririm” dedi. Süleyman tahtı yanı başında hazır görünce “Bu, Rabbimin lutfundandır; nimetine karşı şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınıyor. Kim şükrederse kendi iyiliği için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse şüphesiz Rabbim hiçbir şeye muhtaç değildir, lutuf ve keremi pek boldur.” Hz. Süleyman bu jestiyle Belkıs’ın kalbine tesir edip onu Allah’a iman ve itaate yaklaştırmayı hesaplıyordu. Cinlerden bir “ifrit” yani son derece akıllı ve kuvvetli olan bir cin, tahtı Hz. Süleyman oturduğu makâmından kalkmadan önce getirebileceğini söyledi. Bunu mutlaka yapabilecek kuvvet ve ona zarar vermeyecek bir güvenilirliğe sahip olduğunu ilâve etti. Ancak belirtilen bu zaman dilimi Hz. Süleyman’a uzun geldi. İşin bundan daha kısa bir müddet içerisinde tamamlanmasını arzu etti. Çünkü tebaası arasında bu işi yüzünün akıyla başarabilecek istidatta kişilerin bulunabileceğini biliyordu. Gerçekten de katında kitaptan hususi bir bilgi olan bir kişi, henüz Hz. Süleyman gözünü kıpırdatmadan tahtı getirip, onun hemen yanı başına yerleştiriverdi. Söylemesi ile tahtın gelmesi bir oldu. Kur’an, tahtı getiren kişinin kimliğini ve bilgi aldığı kitabın ne olduğunu gizlediği için, bununla alakalı tartışmaların sağlayacağı bir faydanın olmadığını düşünüyoruz. Esas üzerinde düşünülmesi gereken, kocaman tahtın o dönemin ilmî ve teknik şartları içerisinde saniyeden daha kısa bir süre içinde 2000 km’den daha uzun bir mesafeden getirebilmiş olmasıdır. Şüphesiz mûcize veya kerâmet olarak kabul edilen bu hâdisenin, günümüzde elektronik yollarla ses ve görüntü naklinden sonra ışınlama yöntemiyle eşya nakli üzerinde çalışan bilim dünyasına açık bir ufuk gösterdiği ve onların önüne yüksek bir çıta koyduğu anlaşılmaktadır. İkinci olarak üzerinde düşünülmesi gereken nokta, tasarrufu altında gerçekleşen böyle hârikulâde bir olay karşısında Hz. Süleyman’ın sergilediği kulluk anlayışıdır. O, Allah’ı çok iyi tanıyor ve bütün nimetlerin O’ndan olduğunu biliyordu. Bunun bir imtihan olduğunu, Allah’ın kullarını zâhiren şer gibi gözüken şeylerle imtihan ettiği gibi, zahiren iyilik gözüken şeylerle de imtihan edebileceğini bk. Enbiyâ’ 21/35, mühim olanın nimete şükrederek imtihanı kazananlardan olmanın gereğini söylüyordu. Nankörlerin ise Allah’a bir zarar veremeyecekleri gibi, kendi istikballerini tehlikeye atmakta olduklarını hatırlatıyordu. Çünkü Allah hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değildir. O çok yüce, çok cömerttir; ihsan ve ikramı karşılamaya hazırlanan Süleyman bir taraftan melikenin dikkatini öğrenmek, bir taraftan da Allah’ın huzurundaki ebedî saltanatın yanında dünya saltanatının bir değeri olmadığını göstermek üzere küçük bir taktiğe başvurdu 41. Süleyman şöyle dedi “Onun tahtını tanıyamayacağı hâle getirin; bakalım gerçeğin farkına varacak mı, yoksa varamayacak mı?” 42. Belkıs gelince “Bak bakalım, bu senin tahtın olmasın?” dendi. O da “Evet, sanki o! Zâten bize daha önce bu mûcize hakkında bilgi ulaşmış, senin peygamber olduğunu anlamış ve biz müslüman olmuştuk” dedi. 43. Aslında onu, Allah’ı bırakıp taptığı şeyler hak dine girmekten alıkoymuştu. Çünkü o, inkârcı bir toplum içinde yetişmişti. Hz. Süleyman, Belkıs’ın tahtını kısa sürede getirtip peygamberliğinin bir delilini gösterdiği gibi, bir yandan da kendini ziyarete gelen kraliçenin aklî seviyesini ölçmek istemiştir. Belkıs, üzerinde bir kısım değişiklikler yapılarak kendisine gösterilen tahtı hakkında, “odur” veya “değildir” şeklinde kesin bir cevap yerine “evet sanki o” tarzındaki esnek bir cevapla sahip olduğu aklî seviyeyi ortaya koymuştur. Aslında Belkıs, sahip olduğu akıl ve diğer istidatlar itibariyle şirk ve sapıklık içinde kalmaması gereken bir şahsiyet arz etmektedir. Ne var ki o, inkârcı bir toplum içinde yetişmiş, tabii olarak onların putperestlik âdetlerini benimsemiş ve o şekilde Allah’tan başka şeylere tapar hale gelmişti. Yani problemin büyük bir bölümü yetiştiği muhitten kaynaklanıyordu. Ancak üst üste vuku bulan dikkat çekici hâdiseler onun zihin ve kalp yapısını ciddi bir şekilde sarsmakta, önceki durumunu gözden geçirmesine zemin hazırlamakta ve yavaş yavaş ona hidâyet kapısını aralamakta idi. Nihâyet Belkıs’ın gönlüne iman güneşinin doğmasını sağlayan olayların son perdesi, “Billur Köşk”te gerçekleşti 44. Belkıs’a “Buyurun, saraya girin!” dendi. Sarayın eyvanını görünce, zemininde engin ve duru su olduğunu zannedip eteğini yukarı çekti. Süleyman “Bu, billurdan yapılmış şeffaf bir saraydır” dedi. Belkıs sonunda “Rabbim! Ben, senden başkasına taparak kendime zulmetmişim! Artık şimdi Süleyman’la beraber Âlemlerin Rabbine gönülden teslim oluyorum!” dedi. Rivayete göre Hz. Süleyman, Belkıs gelmeden önce bir köşk binâ etmişti. Köşkün avlusu billûrdan yapılmış, altından su akıtılmış ve suya balıklar konmuştu. Kendisine “Köşke gir” dendiğinde Belkıs, zeminin camdan yapılmış şeffaf bir madde olduğunu fark edemediği ve sudan geçeceğini zannettiği için eteğini çekmişti. Hâsılı bütün bu tedbir ve tertipler onun akıl ve bilgisine güvenini sarsmış, kendini ilâhî irşada kabule hazır hâle getirmiş ve sonunda “Benlik dâvamdan vazgeçtim, her türlü şirki terk ettim ve boynumu büküp Süleyman’la beraber Âlemlerin Rabbi Allah’a yürekten teslim oldum!” Süleyman ve Belkıs kıssasında, özellikle de Belkıs’ın tevhidi kabulleniş sürecinde yaşanan hâdiselerde, hidâyete susamış gönüllerin İslâm’la buluşma yollarını açma bakımından çok ince dersler bulunmaktadır. Meselâ kıssanın anlatıldığı dönemde Kureyş kabilesinin ileri gelenleri, Resûlullah kendilerini İslâm’a çağırmasını kabul edemiyor, bunu gururlarına yediremiyorlardı. Böyle fakir birinin başlarına geçmesini ve kendilerinden üstün olmasını hazmedemiyorlardı. İşte burada tarihte yaşayan bir melikeden misâl verilerek, davetçi ile muhatap, lider ile peşinde gidenler arasındaki münâsebetin ince noktaları keşfedilip iman ve itaatle Allah’a teslim oluşun sırrı çözülmektedir. Kıssa özellikle malına, mülküne, saltanatına ve aklına güvenerek dinin tâlimâtlarına sırt çeviren bîgâneleri intibâha çağırıp hidâyete her saltanat sahibinin Belkıs gibi teslimiyete yanaşmadığı da bir gerçek 45. Semûd kavmine de, “Allah’a kulluk edin” diye tebliğde bulunması için kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Ama çok geçmeden onlar, birbiriyle çekişen iki grup oluverdiler. 46. Sâlih dedi ki “Ey kavmim! İyilikler dururken, ne diye başınıza acele bir kötülüğün gelmesini istiyorsunuz? Merhametine kavuşmak için Allah’tan affınızı dileseniz olmaz mı?” 47. Onlar “Sen ve beraberindekiler yüzünden uğursuzluğa uğradık” dediler. Sâlih “Başınıza gelen uğursuzluk, işlediğiniz günahlar yüzünden size Allah tarafından gelen bir uyarı ve cezadır. Doğrusu siz, iyiniz kötünüzden ayrılsın diye sınanmakta olan bir topluluksunuz” dedi. 48. O şehirde dokuz kişilik bir çete vardı ki, bunlar ülkede bozgunculuk yapıyor, hiç ıslah tarafına yanaşmıyorlardı. 49. Bunlar, Allah’a yemin ederek aralarında şöyle anlaştılar “Sâlih’e ve ailesine geceleyin baskın yapıp hepsini öldürelim. Sonra da hakkını arayacak yakınlarına Onun ailesinin uğradığı kıyıma biz katılmadık, kimin yaptığını da bilmiyoruz; emin olun biz doğru söylüyoruz» diyelim.” 50. Onlar akılları sıra böyle bir tuzak kurdular; biz de, onlar farkında olmaksızın tuzaklarını boşa çıkarmak üzere ciddi bir plan yaptık. 51. İşte bak, onların tuzaklarının âkıbeti nasıl oldu? Onları da, onları destekleyen topluluklarını da, geriye bir tek kişi bırakmadan helâk ettik. 52. İşte zulümleri sebebiyle yıkılıp gitmiş, ıssız harâbeye dönmüş evleri! Şüphesiz bunda gerçeği öğrenmek isteyen insanlar için büyük bir ibret vardır. 53. İman eden ve kalpleri Allah’a saygıyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten sakınanları ise kurtardık. Sâlih peygamber olarak gönderilip kavmini yalnızca Allah’a kulluğa davet edince, bir kısım insanlar ona iman etti, bir kısmı ise inanmadı. Böylece birbiriyle çekişen, kavga edip duran iki grup ortaya çıkıverdi. Bu çekişme hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurur“Kavminin büyüklük taslayan önde gelenleri, kendi kavimlerinden zayıf ve hor gördükleri mü’minlere Sâlih’in, Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu kesin olarak biliyor musunuz» diye çıkışırlar, onlar da Biz, ona indirilen her şeye kesinlikle iman ediyoruz» derlerdi. Büyüklük taslayan o zâlimler ise Siz neye inanıyorsanız, işte biz de onu bütünüyle inkâr ediyoruz» diye mukabele ederlerdi.” Arâf 7/75-76Hz. Sâlih onlara nasihata devam etti. Buna rağmen onlar, Allah’ın kaza ve kaderini unutup uğradıkları tüm uğursuzlukları Hz. Sâlih ve ona inananlara bağladılar. Dünyanın bir imtihan yeri olduğunu ve kendilerinin de böylece imtihana çekilmekte olduklarını unuttular. İşi daha da ileri götürdüler. Dokuz kişiden oluşan bir çete kurdular. Bunların işi gücü memlekette fesat çıkarmak, bozgunculuk yapmaktı. Toplumda düzenin sağlanması ve ıslahı için hiçbir gayretleri yoktu. Bunlar Allah adına yemin ederek Hz. Sâlih ve ailesini öldürmeye karar verdiler. Niyetleri onları öldürmek, fakat sinsi bir planla suçun altından sıyrılmaktı. Fakat netice bekledikleri gibi olmadı. Her şeyi en iyi bilen ve takip eden Allah Teâlâ, onların hilelerini boşa çıkardı. Tam Hz. Sâlih ve ailesini öldürecekleri sırada onları helak etti. Rivayete göre onlar melekler tarafından atılan taşlarla öldürüldüler. Taşları görüyor, fakat atanları göremiyorlardı. Bir uçurumun altında kalarak veya sığındıkları bir mağarada üzerlerine kocaman bir taş yıkılarak helak edildikleri de söylenir. bk. Taberî, Câmiu’l-beyân, XIX, 211; Kurtubî, el-Câmi, XIII, 217 Daha sonra geri kalan inkârcı kavim Cebrâil çığlığı ve bundan kaynaklanan şiddetli bir depremle helak edilmiştir. İman eden, kalpleri Allah’ın saygısı ve korkusuyla dopdolu olup O’na karşı gelmekten ve her türlü günahtan sakınan kullar ise kurtulmuşlardır. bk. Arâf 7/78; Hûd 11/66-68Resûl-i Ekrem peygamber oluşuyla birlikte Mekke’de Semûd kavminin hâline benzer bir durumun ortaya çıkmış olması dikkat çekicidir. Nitekim Mekke ahâlisi iki ayrı gruba bölünmüş ve aralarında amansız bir mücâdele başlamıştı. Dolayısıyla bu kıssa, bu ayetlerin indiği zamandaki şartlara mükemmel bir şekilde işaret etmektedir. Bu açıdan bakıldığında kıssada Resûlullah ve ona inananlar için bir teselli, müşrikler için de bir uyarı vardır. Çünkü o dokuz kişilik çetenin Hz. Sâlih’i öldürme hakkında düşündüklerini, müşrikler de Peygamberimiz hakkında düşünüyor ve onu öldürme teşebbüsünde bulunuyorlardı. bk. Enfâl 8/30 Kıssanın işaretine göre onlar bu konuda başarılı olamayacak, Allah peygamberini ve mü’minleri koruyacak, kâfirler ise yakın zaman içinde fecî bir sonla helâk edileceklerdir. Zira insanlık tarihi boyunca hak bâtıl mücâdelesi hiç değişmedi, değişmeyecek. İşte bir ibretli misal daha 54. Lût’u da peygamber olarak gönderdiğimizde, kavmine şöyle demişti “Sizler göz göre göre hâlâ o hayâsızlığı yapmaya devam edecek misiniz?” 55. “Sahi siz kadınları bırakıp erkeklere mi şehvetle yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmeyen pek câhil bir gürûhsunuz.” 56. Kavminin ona cevâbı ise sadece “Lût’un ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar, temizliğe çok düşkün, pek ahlâklı insanlar!” demeleri oldu. 57. Biz de onu ve ailesini kurtardık. Ancak karısı hâriç. Onun geride kalıp helâk edilenlerden olmasını takdir buyurduk. 58. Üzerlerine öyle bir taş yağmuru yağdırdık ki... Azapla uyarılıp da buna aldırmayanların yağmuru ne fenâ bir yağmur oldu! Lût kavminin müptelâ olduğu günah, çirkinliği açık olan bir günahtı. Aslında kendileri de bunun kötülüğünün farkında idiler. Buna rağmen bile bile onu yapıyorlardı. Onlar, erkeğin şehvetini tatmin için erkeğin değil, kadının yaratılmış olduğunu biliyorlardı. Zira kadınla erkek arasındaki fark, onların anlamayacağı kadar kapalı değildi. Fakat yine de bu çirkin işi göz göre göre yapıyorlardı. Üstelik onlar bu hayasızlığı, hiçbir şeye aldırmayarak, halkın gözü önünde açıkça icra ediyorlardı. Daha bir azgınlık olsun diye bu işi yaparken örtünmüyorlardı. Nitekim bu konuya ışık tutan bir diğer âyet-i kerîmede şöyle buyrulur “....toplantılarınızda her türlü çirkin işi açıktan açığa yapmaya devam edecek misiniz?” Ankebût 29/29 Fakat onlar ahmaklık, budalalık ve şehvetlerine düşkünlükleri sebebiyle yaptıkları işin feci neticelerini kestiremiyorlardı. Bütün himmetleri, en münâsebetsiz bir tarzda bile olsa sadece şehevî arzularını tatmine ve bunu sürdürmeye bağlanmış durumdaydı. Yaptıklarının nasıl bir ilâhî kahır ve gazap tecellisine sebep olacağını hesap edebilcek halleri bile yoktu. Allah’ın cezası başlarına inmeye hazırken, onlar bunu hissetmeyecek kadar gafil ve şehvetlerine dalmış durumdaydılar. Öyle ki, Lût ve ona inanan temiz insanların iffetlerini dillerine doluyorlar; “Bunlar güya kendilerini tertemiz sanan insanlarmış, bunları memleketimizden çıkarın da bizim kirimiz, lekemiz onlara bulaşmasın!” diyorlardı. Bu azgınlıkları, neticede onların gökten sicim gibi yağan taş yağmurlarıyla helak edilmelerine sebep oldu. bk. Arâf 7/80-84; Hûd 11/69-83; Şuarâ 26/160-173Burada dikkat çekilmek istenen nokta, livâta gibi çok çirkin bir günaha mübtelâ olan, bu yüzden peygamberin ikaz ve irşatlarına kulak asmayan fert ve toplumların sonunda helak olacağıdır. Dolayısıyla böyle bir günaha düşenler bu kıssa ile uyarılır ve bunu terk etmedikleri takdirde, bir belâya uğrayacakları kendilerine hatırlatılır. Dolayısıyla yapılacak iş, Allah’ın yüceliğini anlatarak O’nun ortağı olmasının imkânsızlığını açıklamak, O’nun emir ve yasaklarının pek derin hikmetler taşıdığını bilmek, böylece doğru söze kulak veren her insanı inanç, amel ve ahlâk bakımından daha güzel bir seviyeye çıkarmaya çalışmaktır 59. De ki “Bütün hamdler Allah’a, selâm da onun seçtiği kullar üzerine olsun! Şimdi söyleyin bakalım, Allah mı hayırlıdır, yoksa müşriklerin O’na ortak koştuğu varlıklar mı?” Bu âyet-i kerîmede Yüce Rabbimiz, Peygamberimiz nihâyetsiz kudret ve azametini haber veren âyetleri okumaya başlamadan evvel “Allah’a hamd etmesini ve O’nun seçkin kullarına selâm vermesini” Neml 27/59 emreder. Burada kullara güzel bir edep öğretilmekte, bu iki zikrin bereketinden istifadeye teşvik edilmekte ve dinleyenlerin kendilerine söylenenlere kulak ver­meleri için bu iki hususun çok büyük bir ehemmiyet taşıdığına dikkat çekilmektedir. Resûl-i Ekrem hutbelerinde ve sohbetlerinde mütemâdiyen tatbik ettiği bu usûlu, ondan sonra da sahâbe-i kirâm, tabiin, âlimler, hatipler ve vâizler biri diğerinden miras alarak devam ettirmişlerdir. Allah’ın “seçtiği kullar” öncelikle, “Selâm olsun gönderilen bütün peygamberlere!” Sâffât 37/181 âyetinin işaretiyle, risâleti için seçip beğendiği tek gerçek ilâh olan Allah Teâlâ’nın, iyilik ve hayırlılık bakımından hiçbir sahte tanrı ile mukayese edilmesi söz konusu olamaz. Ancak şirk hastalığına tutulmuş ve bu sebeple taptıkları putlardan fayda göreceklerini vehmeden müşrikleri akıllarını çalıştırmaya ve düşünmeye sevk etmek, böylece hatalarını fark ettirerek onlara arınmanın yollarını açmak için böyle bir üsûl tercih edilmiştir. Çünkü onların böyle açık bir soruya karşı durmaları ve müspet cevap verebilmeleri mümkün değildi. İçlerinden en bağnaz olanları bile, kendi tanrılarının Allah’tan daha hayırlı olduğu şeklinde bir şey söylemeye cüret edemezdi. Fakat onlar, Allah’ın daha hayırlı olduğunu itiraf etseler, bu sefer de şirk anlayışlarını tümüyle terk etmiş olacaklardı. Çünkü böyle bir durumda, daha yüce ve mükemmel bir inanca karşı daha değersiz bir inancı benimsemek makul olmayacaktı. Böylece Kur’an, muhaliflerini, daha ilk başta çaresiz bırakmış bu ayeti okur okumaz hemen arkasından, “Hayır, sadece Allah hayırlıdır. Ebedi mübârek ve yüce olan yalnız O’dur” diyerek bunun cevabını da bizzat kendisi verirdi. Zemahşerî, el-Keşşâf, IV, 205 Esasen mukayesesi imkansız olmakla birlikte, hayırlılık bakımından putlarla kendisinin karşılaştırılmasını isteyen Cenâb-ı Hak, yüce zatını tanıtırken önce ufuklarda tecelli eden kudret ve azamet nişânelerine yer vermektedir 60. Onlar mı hayırlı yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten sizin için su indiren mi? Öyle bir su ki biz onunla, bir ağacını bile bitirmeye güç yetiremeyeceğiniz nice güzelliklerle dolu bağlar, bahçeler yetiştiriyoruz. Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Hayır, hayır! Onlar haktan sapan bir gürûhtur. Buna göre› İçindeki sayıları meçhul galaksi ve yıldızlarıyla gözleri kamaştıran; aralarındaki matematiğin sınırlarını zorlayan mesâfelerle birlikte cezb-incizap kanununa tâbi olarak kendi yörüngeleri etrafında saniyede şu kadar km hızla dönmeleriyle akıllara durgunluk veren tüm ecrâmiyle gökleri yaratan Allah’tır. Sahip olduğu bütün unsurlarıyla insan hayatına elverişli hâle getirilen yeryüzünü yaratan da Allah’tır. Gökten bizim için hayatımızın yegâne kaynağı olan suyu O indirmekte; o suyla gözlere ve gönüllere neş’e, güzellik ve sürûr veren göz bebeği gibi kıymetli bağları, bahçeleri O yetiştirmektedir. Öyle ki, bütün insanlar bir araya gelseler o bahçelerde yetişen milyarlarca ağaçtan sadece birini, hatta onun bir yaprağını, bir tohumunu bile yaratamazlar. Her ne kadar ekmesinde, dikmesinde ve yetişmesinde onların emekleri olsa da, bunlar, esasında Allah’ın insanlara verdiği kuvvet ve akılla olmakla birlikte, ilâhî yaratma ve hayat verme sırrı yanında bir hiç mesâbesinde bir Yüce Rabbimiz ve İlâhımız varken, başka bir ilâh aramaya hiç gerek yoktur. Fakat şirk batağına saplanmış kalpler gerçeği kabullenemiyor, hak yoldan sapıyor ve bir kısım nesneleri Allah’a denk tutuyorlar.› Allah yeryüzünü insanların ve hayvanların yaşayabileceği, suyun durabileceği bir karargâh kıldı. Arzın belli yerlerinde doğudan batıya, kuzeyden güneye veya tersi istikâmette akan nehirler akıttı. Yeryüzünün sarsılmadan durması ve aralardaki vâdilerden ırmakların kolaylıkla akması için oraya sağlam ve sâbit dağlar yerleştirdi. Tatlı ve tuzlu sularıyla birlikte ırmakları ve denizleri yarattı; kullarının maslahatına uygun olarak tatlı sularla acı denizleri birbirine karıştırmamak için aralarına engel koydu. bk. Furkan 25/53; Rahmân 55/19-20 Sırf katından bir lutuf olarak bize bu büyük nimetleri ihsan eden Allah’a ortak koşmak akıl kârı mıdır? Bu olsa olsa cehâletten, gerçekleri bilmemekten kaynaklanmaktadır. İşte hakiki ve faydalı ilim, bu gerçekleri tüm sebep, illet ve hikmetleriyle öğrenmek ve bu hâdiseleri meydana getiren sonsuz kudret sahibi Allah’ı tanıyıp O’na teslim Rabbimiz, varlığını bize tanıtan enfüsî delillere geçmektedir 61. Onlar mı hayırlı yoksa yeryüzünü yaşamaya elverişli kılan, içinde yer yer nehirler akıtan, onun sallanmaması için sâbit dağlar yaratan ve iki deniz arasına bir engel koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Hayır, hayır! Onların çoğu gerçeği bilmiyorlar. Buna göre› İçindeki sayıları meçhul galaksi ve yıldızlarıyla gözleri kamaştıran; aralarındaki matematiğin sınırlarını zorlayan mesâfelerle birlikte cezb-incizap kanununa tâbi olarak kendi yörüngeleri etrafında saniyede şu kadar km hızla dönmeleriyle akıllara durgunluk veren tüm ecrâmiyle gökleri yaratan Allah’tır. Sahip olduğu bütün unsurlarıyla insan hayatına elverişli hâle getirilen yeryüzünü yaratan da Allah’tır. Gökten bizim için hayatımızın yegâne kaynağı olan suyu O indirmekte; o suyla gözlere ve gönüllere neş’e, güzellik ve sürûr veren göz bebeği gibi kıymetli bağları, bahçeleri O yetiştirmektedir. Öyle ki, bütün insanlar bir araya gelseler o bahçelerde yetişen milyarlarca ağaçtan sadece birini, hatta onun bir yaprağını, bir tohumunu bile yaratamazlar. Her ne kadar ekmesinde, dikmesinde ve yetişmesinde onların emekleri olsa da, bunlar, esasında Allah’ın insanlara verdiği kuvvet ve akılla olmakla birlikte, ilâhî yaratma ve hayat verme sırrı yanında bir hiç mesâbesinde bir Yüce Rabbimiz ve İlâhımız varken, başka bir ilâh aramaya hiç gerek yoktur. Fakat şirk batağına saplanmış kalpler gerçeği kabullenemiyor, hak yoldan sapıyor ve bir kısım nesneleri Allah’a denk tutuyorlar.› Allah yeryüzünü insanların ve hayvanların yaşayabileceği, suyun durabileceği bir karargâh kıldı. Arzın belli yerlerinde doğudan batıya, kuzeyden güneye veya tersi istikâmette akan nehirler akıttı. Yeryüzünün sarsılmadan durması ve aralardaki vâdilerden ırmakların kolaylıkla akması için oraya sağlam ve sâbit dağlar yerleştirdi. Tatlı ve tuzlu sularıyla birlikte ırmakları ve denizleri yarattı; kullarının maslahatına uygun olarak tatlı sularla acı denizleri birbirine karıştırmamak için aralarına engel koydu. bk. Furkan 25/53; Rahmân 55/19-20 Sırf katından bir lutuf olarak bize bu büyük nimetleri ihsan eden Allah’a ortak koşmak akıl kârı mıdır? Bu olsa olsa cehâletten, gerçekleri bilmemekten kaynaklanmaktadır. İşte hakiki ve faydalı ilim, bu gerçekleri tüm sebep, illet ve hikmetleriyle öğrenmek ve bu hâdiseleri meydana getiren sonsuz kudret sahibi Allah’ı tanıyıp O’na teslim Rabbimiz, varlığını bize tanıtan enfüsî delillere geçmektedir 62. Onlar mı hayırlı yoksa kendine yalvardığı zaman darda kalmış olanın imdâdına yetişip başındaki sıkıntıyı gideren ve sizi yeryüzünün halefleri ve hâkimleri yapan mı? Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Ne de az düşünüp ders alıyorsunuz! 63. Onlar mı hayırlı yoksa karanın ve denizin kat kat karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Allah, onların ortak koştukları şeylerden çok yücedir! 64. Onlar mı hayırlı yoksa bütün varlıkları baştan yaratan, sonra o yaratmayı aralıksız tekrar edip yenileyen, öldükten sonra tekrar diriltecek olan ve sizi hem gökten hem de yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir ilâh daha olur mu hiç? Eğer doğru söylüyorsanız, haydi delilinizi getirin! Buna göre› Allah, el açıp kendine yalvaran darda kalmış kullarının imdâdına yetişir, dualarına icâbet eder ve sıkıntılarını muztar, zaruret ve çaresizlik içinde kalmış, bunalmış, hiçbir güç ve tâkati olmayan kimsedir. Allah Teâlâ’nın, ancak dilediği kullarının duasına icâbet etme ve sıkıntılarını defetme muhtariyeti olmakla birlikte bk. Enâm 6/41, burada çoğunlukla çâresizlik hâlinde duanın kabul olunacağına bir işaret, hatta müjde vardır. Çünkü çâresizlik anlarında ihlas ortaya çıkar, kul tüm fâni varlıklardan gönlünü koparıp Rabbine bağlar, imansızlar imana gelir, böylece ilâhî rahmet ve inâyet nâzil bunalmış, çâresiz kimsenin duası hak­kında şu izahı yapar“Allahım! Ben senin rahmetini ümit ederim. Bunun için bir göz açıp kırpacak kadar bir müddet dahi beni nefsimin eline bırakma! Bütün işlerimi sen ıslah eyle. Senden başka hiçbir ilâh yoktur.” Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 42Efendimiz şöyle buyurur“Üç dua vardır ki, bunların mutlaka kabul olunacağında hiçbir şüphe yoktur Mazlumun duası, yolcunun duası ve babanın evla­dına duası.” Tirmizî, Birr 7/1905› Peyderpey gelip geçen önceki nesillerin yerine bizi halef yapan, burada bize yaşama imkânı veren, lütfettiği akıl, irade ve ilim kuvvetiyle bizi yeryüzünün hâkimleri yapan da, yapacak olan da Allah’ da çok büyük bir lütf-i ilâhîdir. Dolayısıyla bu cümle, müminlere daha henüz İslâm’ın başlangıcında iken gelecekte İslâmî hâkimiyetin gerçekleşeceğini vaat eden büyük bir müjdeyi ihtiva eder. Sûrenin başındaki “Bu Kur’an, mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve büyük bir müjdedir” Neml 27/2 tebşirâtı ile, Hz. Dâvûd ve Hz. Süleyman’ın hükümdarlık kıssasının burada zikredilmesi de bu mânaya ışık tutmaktadır. Hem ferdi hem de toplumu alakadâr eden bu gerçekleri düşünüp ders alan kişi, Allah’ın ulûhiyet ve rubûbiyette tek olduğunu anlayacaktır.› Bize kara ve denizin karanlıklarında yol gösteren, bir kısım kulları için ilâhî bir rahmet tecellisi olan yağmurun öncesinde müjdeci olarak rüzgârları gönderen de Allah’ da birer büyük nimettir. Bu âyet-i kerîmede kara ve deniz yolculukları sâyesinde gerçekleştirilecek cihâdla İslâm fetihlerinin ilerleyeceği haber verilmektedir. Bunları lütfeden ve bundan böyle de lütfedecek olan Allah, bütün ortaklardan yücedir.› Son olarak Allah’ın varlık ve birliğini gözler önüne serip gönülleri âhirete yönlendiren hem afâkî hem de enfüsî bir delile yer verilir. Tüm varlığı başlangıçta yoktan yaratan Allah olduğu gibi, onların yaratılışını belki milyonlarca hatta milyarlarca yıldır kesintisiz devam ettirmektedir. Kıyamette ise gökleri, yeri ve içindekileri büyük bir inkılapla altüst edip yeni bir düzenleme ile bir kez daha yaratacaktır. Dünya hayatından sonra âhiret hayatını gerçekleştirecektir.› Bu afâkî delilden sonra tekrar enfüsî bir delile geçilerek, bizi hem gök hem de yer cihetinden rızıklandıranın Allah olduğu haber halde Allah ile beraber başka bir ilâhın olması nasıl tasavvur edilebilir? Çünkü O’nunla birlikte bir ilâh daha olsaydı, ilk defa yaratma başlayamazdı. İki denk kudret bir birine mani olur, aralarında çatışma çıkardı. Biri galip gelse, mağlub olan ilâh olamaz, gelmese hiçbiri ilâh olamaz ve bir şey yaratılmazdı. Neticede şu görülen yaratılış nizamı bulunamaz, bizler de yerden ve gökten rızıklanamazdık. Demek ki, bu yaratılışı ta başından planlayan, yapan, kullarını gökten ve yerden maddî ve manevî sayısız rızıklarla rızıklandıran ve sonra onları öldükten sonra tekrar diriltip hesaba çekecek olan Allah Teâlâ’dan başka tapılacak hiçbir şey yoktur. Bu hakikate karşı ileri sürülebilecek doğru bir delil bulmak da mümkün Rabbimize ait önemli sıfatlardan biri de, hiçbir yaratığın bilmesinin mümkün olmadığı gaybı yani bizim duyularımızın algı alanı dışında kalan şeyleri yalnızca O’nun biliyor olmasıdır 65. De ki “Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez. Onlar öldükten sonra ne zaman diriltileceklerini de bilemezler. 66. Onların âhiretle alakalı bilgileri kıt ve yetersiz kalmıştır. Dahası, bu hususta şüphe içindedirler. Bunun da ötesinde onlar âhiretten yana kördürler. “Gayb”; gizli ve kapalı olan şeyleri, bilinmeyen her şeyi, kişinin müşâhede ve tecrübe sahasının dışındaki bilgi ve malumatı ifade eder. Ancak ferdî olarak bazı kimselerin bilip, diğer bir kısım insanların bilmediği birçok husus vardır. Bir zaman bilinmeyen şey, sonra insanların icat ettikleri bir takım âlet ve vasıtalarla bilinebilmektedir. Mesela bir ve iki gün sonraki hava durumu, hava tahmin vasıtalarıyla tespit edilebiliyorsa bu gayb sayılmaz. Cin, melek ve diğer mahlukât açısından da durum aynıdır. Bir kısmına malum olan şeyler diğerlerine gizli kalabilmektedir. Fakat bir bütün olarak geçmişte hiçbir insana, cin veya meleğe bildirilmemiş, halen bilinmeyen ve gelecekte de bilinemeyecek olan hususlar vardır. İşte burada kastedilen “gayb” budur. Bu şekilde gizli olan şeylerin tümü sadece ve sadece Alîm olan Allah tarafından bilinir. Bunlar sadece O’na açık ve zahirdir. Çünkü gökte ve yerde hiçbir şeyin O’na gizli kalması mümkün değildir. bk. İbrâhim 14/38 Bunun hikmetine gelince, insanlar dünyaya imtihan için gelmişlerdir. Eğer gaybı bilselerdi, imtihanın ehemmiyeti kalmazdı. Hiç kimsenin kulluk imtihanından yana emin olmaması için Allah Teâlâ gaybı yaratıklarından göre bu âyet-i kerîmeler, müşriklerin Peygamberimiz kıyâmetin kopmasına dair soru sormaları üzerine nâzil olmuştur. Kurtubî, el-Câmi, XIII, 225Hz. Aişe der ki “Kim Hz. Muhammed yarın ne olacağını bildiğini iddia ediyor ise, hiç şüphesiz Yüce Allah’a karşı büyük bir iftirada bulunmuş olur. Çünkü O Göklerde ve yerde Allah’tan başka hiç kimse gaybı bilemez» Neml 27/65 buyurmaktadır.” Müslim, İman 287 Kıyâmetin kopuş ve insanların yeniden diriliş zamanı da sadece Allah Teâlâ’nın bileceği gayb bilgisine dâhildir. Bu sebeple insanların onu bilmeleri mümkün değildir. Allah’a ortak koşulan nesnelere gelince, bizzat kendi geleceklerinden bile haberleri olmadığına göre onlar, insanların tekrar diriltilip hesaba çekilecekleri zaman olan kıyâmeti nereden bilecekler? Sahte tanrıların peşinde helak girdaplarına sürüklenen kâfir ve müşriklere gelince, bunların âhiretle alakalı bilgileri son derece az ve yetersizdir. Bu, onların âhirete iman etmelerini sağlayacak sağlamlıkta ve keyfiyette değildir. Fakat bilgiden ziyade onlarda kalp problemi bulunmaktadır. Kalplerindeki mânevî hastalık sebebiyle onlar âhiretin varlığı hakkında ciddi bir şüphe içindedirler. Daha da ötesini söylemek gerekirse, onların kalp gözleri âhirete iman bakımından körelmiştir. Bu sebepledir ki, nakarat halinde aynı inkâr sözünü tekrarlayıp dururlar 67. Kâfirler şöyle dediler “Sahi, biz ve atalarımız çürüyüp toprak olduğumuz zaman mı, yani biz o halde iken mi diriltilip kabirlerimizden çıkartılacağız?” 68. “Doğrusu, böyle tehditler bize yapıldığı gibi, bizden önce atalarımıza da yapılmıştı. Fakat bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değil!” 69. De ki “Yeryüzünde dolaşın da böyle diyerek günaha gömülmüş inkarcı suçluların sonlarının nasıl olduğuna ibretle bakın!” 70. Rasûlüm! Onların yüzünden üzülme ve kurmakta oldukları tuzaklardan ötürü de canını sıkma! 71. Onlar “Eğer doğru söylüyorsanız, bizi tehdit edip durduğunuz bu azap ne zaman gerçekleşecek?” diyorlar. 72. De ki “Bir an önce gelmesini istediğiniz azabın bir kısmı belki de peşinize takılmış, ensenizde patlamak üzeredir.” Kur’ân-ı Kerîm’de yer yer tekrar edildiği üzere, âhirete karşı kalp gözleri kör olan inkârcılar, ölüp toprak olduktan sonra yeniden dirilmeyi akıllarına sığdıramıyor, İslâm’ın bu temel rüknünün öteden beri tekrar edile gelen bir masaldan ibaret olduğunu söylüyorlar. Halbuki İslâm, dünya ve âhirete ait tüm nizamını “âhirete iman, hesap, cennet ve cehennem” esası üzerine kurar. Her iki âlemin bir haritası, fihristi ve rehber kitabı olan Kur’an’a da ancak, âhirete iman edenlerin inanıp tâbi olacaklarını haber verir. bk. Enâm 6/92 O halde esas çözülmesi gereken problem, âhirete iman problemidir. Kâfirler bundan mahrum oldukları için Peygamberimiz uyarılarına kulak asmıyor, alaylı bir şekilde tehdit ettiği azabın ne zaman tepelerine ineceğini soruyorlardı. Cenâb-ı Hak, böyle kimselere yeryüzünde dolaşıp, günahlara daldıkları için helak edilmiş önceki toplumların feci âkıbetlerine bakıp ibret almalarını öğütlemekte; tehdit edildikleri azabın bir kısmının peşlerine takılmış, tepeleri üzerine inmekte olduğu uyarısını yapmakta; Resûlullah de onların hallerine üzülmemesi ve kuracakları tuzaklar sebebiyle canını sıkmaması hususunda teselli etmektedir. Bununla birlikte 73. Şüphesiz Rabbin insanlara karşı sonsuz bir lutuf sahibidir; ne var ki onların çoğu şükretmezler. 74. Doğrusu Rabbin onların göğüslerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir. 75. Çünkü göklerde ve yerde gizli olan ne varsa, hepsi apaçık bir kitapta yer almaktadır. Bütün inkâr ve isyanlarına rağmen Yüce Rabbimiz insanlara karşı sonsuz lutuf, ikram ve ihsan sahibidir. Helake müstahak olmalarına rağmen ecellerini geciktirmek ve bol bol rızık vermek suretiyle onlara lutufta bulunmaktadır. Fakat onların çoğu bu ilâhî lutufların farkında olmaz, bu büyük nimetlerin şükrünü edâ etmezler. Halbuki Cenâb-ı Hak, onların her şeylerini bilmektedir. Onların, Resûlullah düşmanlık yapmak, tuzaklar kurmak, İslâm’ın tebliği ve yayılmasını engellemek için gizli planlar yapmak gibi gizli hallerini de, bunlardan açığa vurduklarını da çok iyi bilmektedir. Ancak çok halîm ve çok sabırlı olduğu için bunların cezasını hemen vermemekte; tayin edilmiş bir vakte kadar beklemektedir. Onların hâlinden hiçbir şey Allah’a gizli kalmadığı gibi, dahası, son derece gizli ve saklı da olsa, göklerde ve yerde her ne var ise, Allah onları bilip, ilmiyle ihata etmiş ve onları mahfuz olan, apaçık olan, kendisine bakan melekler için bile âşikâr ve zâhir olan Levh-i Mahfuz’a doğru yolu gösteren bir rehber olmak üzere indirdiği Kur’ân-ı Kerîm’e gelince 76. Şüphesiz bu Kur’an, İsrâiloğulları’na üzerinde anlaşmazlığa düştükleri pek çok konuyu açıklamaktadır. İsrâiloğulları’ndan maksat yahudi ve hıristiyanlardır. Bunlar dünyaca bilinen ve etkili olan iki büyük dinin tâbileri oldukları için Kur’ân-ı Kerîm onların durumlarına çokça yer verir, problemlerini dile getirip çözerek onları doğru yola yönlendirir. Meselâ Kur’an’ın en büyük sûresi olan Bakara sûresinde daha ziyâde yahudiler; Âl-i İmran sûresinde de Hıristiyanlar söz konusu edilir. Onlar, Tevrat ve İncil gibi iki büyük hak kitabın vârisleri olmalarına rağmen, kitaplarını tahrif etmişler, kendi aralarında bir çok hususlarda anlaşmazlığa düşmüşler ve nihâyet biri diğerine lânet okuyacak hâle gelmişlerdir. Eğer onlar, “mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet olan” Kur’an’a inanır ve gereğini yerine getirecek olurlarsa, Kur’an onlara üzerinde anlaşmazlığa düştükleri pek çok hususu açıkça bildirmektedir. Açıklamadığı hususlar ise ya önemsizdir veya âhirete ait olup orada açıklanması gereken şeylerdir. Allah dünyada insanlar arasında Kur’ân-ı Kerîm ile hükmünü vermektedir. Âhirette de onlar arasında hak ve adâletle hükmünü verecek, haklı ile haksızın arasını ayıracaktır. Kimse O’nun istediği hükmü vermesine mâni olamayacaktır. Çünkü O Azîz’dir; karşı konulamaz büyük bir kudret sahibidir. Yine O, kimin lehine, kimin de aleyhine hüküm vereceğini çok iyi bilmektedir. Çünkü O Alîm’dir; her şeyi hakkiyle halde 77. Aynı zamanda o, mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve büyük bir rahmettir. 78. Doğrusu Rabbin, onlar arasında hikmet ve adâletle hükmünü verecektir. Çünkü O, karşı konulamaz bir kudrete sahip olan ve her şeyi hakkiyle bilendir. İsrâiloğulları’ndan maksat yahudi ve hıristiyanlardır. Bunlar dünyaca bilinen ve etkili olan iki büyük dinin tâbileri oldukları için Kur’ân-ı Kerîm onların durumlarına çokça yer verir, problemlerini dile getirip çözerek onları doğru yola yönlendirir. Meselâ Kur’an’ın en büyük sûresi olan Bakara sûresinde daha ziyâde yahudiler; Âl-i İmran sûresinde de Hıristiyanlar söz konusu edilir. Onlar, Tevrat ve İncil gibi iki büyük hak kitabın vârisleri olmalarına rağmen, kitaplarını tahrif etmişler, kendi aralarında bir çok hususlarda anlaşmazlığa düşmüşler ve nihâyet biri diğerine lânet okuyacak hâle gelmişlerdir. Eğer onlar, “mü’minlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet olan” Kur’an’a inanır ve gereğini yerine getirecek olurlarsa, Kur’an onlara üzerinde anlaşmazlığa düştükleri pek çok hususu açıkça bildirmektedir. Açıklamadığı hususlar ise ya önemsizdir veya âhirete ait olup orada açıklanması gereken şeylerdir. Allah dünyada insanlar arasında Kur’ân-ı Kerîm ile hükmünü vermektedir. Âhirette de onlar arasında hak ve adâletle hükmünü verecek, haklı ile haksızın arasını ayıracaktır. Kimse O’nun istediği hükmü vermesine mâni olamayacaktır. Çünkü O Azîz’dir; karşı konulamaz büyük bir kudret sahibidir. Yine O, kimin lehine, kimin de aleyhine hüküm vereceğini çok iyi bilmektedir. Çünkü O Alîm’dir; her şeyi hakkiyle halde 79. Rasûlüm! Sen yalnızca Allah’a güvenip dayan. Çünkü, tuttuğun yol gerçekliği apaçık ortada olan hak yoldur. 80. Şunu iyi bil ki sen, ne ölülere duyurabilirsin, ne de arkalarını dönüp kaçarlarken o sağırlara dâvetini işittirebilirsin. 81. Körleri de savrulup durdukları yanlış yollardan kurtarıp doğru yola çekebilecek olan sen değilsin. Sen dâvetini ancak, önyargısız bir şekilde âyetlerimize inanıp gerçeğe teslim olmaya yatkın kimselere duyurabilirsin. Cenâb-ı Hak, İslâm’ı tebliğ, yaşama ve yaşatma gibi ağır bir mesuliyetin altında bulunan Resûlullah tekrar tekrar teselli etmekte; tüm gücüyle çalışabilmesi ve gönlünde en küçük bir zaafiyetin peyda olmaması için yalnızca kendisine güvenip dayanmasını istemektedir. Çünkü Efendimiz tuttuğu yolun, Allah’ın dosdoğru yolu olduğunda şüphe yoktur. Onun yolu doğru, söyledikleri doğrudur. Ancak bu doğru sözlere inananlar olacağı gibi inanmayanlar da olacaktır. Sözün doğru olması, imtihan gereği, herkesin ona iman etmesini gerektirmemektedir. Şu halde kâfirlerin söz dinlememelerine üzülmemek lazımdır. Zira kusur peygamberde değil, o sözü dinlemeyenlerdedir. Çünkü onlar gerçeği anlama, duyma ve görme bakımından “ölü”, “sağır” ve “kör” hükmündedirler. Dolayısıyla bunlara gerçeği dinletmek, belletmek ve onları sapıklıklarından kurtarıp doğru yola getirmek Peygamberin elinde olan bir şey değildir. Onun, ancak Allah’ın âyetlerine inanan ve O’na teslim olan kişilere sözünü dinletmesi mümkün olabilir. O halde peygamberin ve onun tebliğ vazifesini üstlenen kişilerin yapması gereken, Allah’a güvenip vazifelerini yerine getirmeye çalışmaları, fakat kimin doğru yola gelip gelmeyeceği hususundaki kararı Allah’a havâle öyle bir zaman gelecek ki herkes gerçeği görecek 82. Kıyâmet yaklaşıp onlara verilen azap sözü başlarına geldiği zaman yerden bir canlı çıkarırız. O da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler. دَٓابَّة الْاَرْضِ dâbbetü’l-arz, kıyâmetin büyük alametlerinden biridir. Bu hususta Allah Resûlü şöyle buyurur“Şu üç husus ortaya çıktığı vakit, eğer kişi önceden iman etmemiş veya mü’min olarak herhangi bir hayır işlememiş ise, hiçbir nefse o vakit inanmasının bir faydası olmayacaktır. Bunlar Güneşin batıdan doğması, Deccâl ve Dâbbetü’l-Arz’ın çıkmasıdır.” Müslim, İman 249Abdullah b. Ömer göre bu hadise, dünyada iyiliği emreden ve kötülüklerden sakındıran hiçbir fert kalmadığı zaman vuku bulacaktır. Taberî, Câmiu’l-beyân, XX, 17Fakat bahsedilen yaratığın bir hayvan mı, yoksa bütün yeryüzünü istila edecek bir hayvan türü mü, yahut bunun temsilî bir anlatım mı olduğu hususu açık değildir. Fakat âyet-i kerîme açıkça yerden bir canlının çıkacağını ve bunun insanlarla Allah’ın âyetlerine tam olarak iman etmemeleriyle alakalı konuşacağını beyân etmektedir. Buna bu şekilde inanmak gerekir. Konuşmanın muhtevâsı ise şu istikâmettedir “İnsanlar, kıyameti haber veren ayetlerimize inanmadılar. Bahsedilen kıyamet şimdi gelmek üzeredir. Dolayısıyla Allah’ın verdiği haberin doğru olduğunu şimdi herkes kesinlikle anlayacaktır.”Dâbbetü’l-Arz’ın olağanüstü bir şekilde konuşması, elbette ki istediği herhangi bir şeye konuşma kuvvetini veren Allah’ın kudretini gösteren bir delildir. O, bu kuvveti, kıyametten önce bir tek hayvana verecek, fakat kıyametten sonra bu istidâdı daha başka varlıklara da ihsan edecektir. Mesela, insanın her uzvu; gözü, kulağı, eli, ayağı, hatta derisi bile yüksek sesle konuşacak ve Cenab-ı Hakk’ın mahkemesinde şâhitlik edeceklerdir. bk. Yâsîn 36/65; Fussılet 41/20-22Gelen âyetlerde ise mahşer yerinden bir manzara arz edilir 83. O gün her ümmet içinden âyetlerimizi yalanlayanları gruplar hâlinde toplarız. Onlar bir araya getirilip toplu olarak hesap yerine sevk edilirler. 84. Nihâyet hesap yerine geldiklerinde Allah onlara şöyle buyurur “Demek siz, ne olduğunu iyice dinleyip anlamadan benim âyetlerimi yalanladınız, öyle mi? Değilse, bu yaptığınız neydi?” 85. Böylece işledikleri zulümler yüzünden tehdit edildikleri azap sözü gerçekleşir. Artık onların tek bir kelimeyle de olsa mazeret uyduracak halleri kalmaz. 86. Hiç görmezler mi ki biz, dinlenip sükûnete ersinler diye geceyi karanlık ve çalışıp kazansınlar diye gündüzü aydınlık kıldık? Şüphesiz bunda, iman eden bir toplum için nice deliller ve ibretler vardır. Bu âyetlerin verdiği habere göre kıyâmet gününde mahlûkat diriltilip mahşer yerinde toplandığı gün her ümmetin içinden dünyada peygamberleri yalanlayıp Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş olanlar çıkarılacak, vazifeli meleklerin kontrolünde başka bir yerde toplanacak ve özel olarak hesaba çekileceklerdir. Dünyada Allah’ın ister naklî, ister aklî olsun âyetleri üzerinde düşünüp tevhide eremedikleri, bilakis sağlam hiçbir sebebe dayanmadan o âyetleri inkâr edip Allah’a ortak koştukları ve bunun sonucu olarak hem Allah’a hem de kullarına karşı zulüm ve haksızlık yaptıkları için ağır bir şekilde cezalandırılacaklardır. Halbuki dünyada Allah’ın ve âhiretin varlığını gösteren delilleri görme imkânları olsaydı, bu duruma düşmeyeceklerdi. İşte bu delillerden biri de, gece, gündüz ve insanların bu vakitlerdeki halleridir. Allah, insanların istirahat edebilmeleri için geceyi karanlık yapmıştır. Çalışıp maişetlerini temin edebilmeleri için de gündüzü aydınlık yapmıştır. Bunu her gün aksatmadan yapan kudret sahibinin, kıyâmeti koparmaya da gücünün yeteceğini anlamaları gerekirdi. Yine insanlar ilâhî kudret tarafından geceleyin uyutulmakta, sabahleyin tekrar uyandırılmaktadırlar. Bu hal âdeta mahşerin bir provası şeklinde her gün tekrar edilip durmaktadır. Bu kadar canlıyı uyutan ve tekrar uyandıran, bunu binlerce, yüz binlerce kez tekrar eden Allah’ın ölüleri diriltmeye gücü yeteceğini bilip ona göre istikâmetlerini tâyin etmeleri lazımdı. O halde henüz Dâbbetü’l-Arz çıkmamış ve kıyamet kopup mahşerde dönüşü olmayan böyle bir acı sonla karşılaşmamışken, Kur’an’ın muhatabı olan herkesin fırsatları değerlendirmesi ve kendini ebedî azaptan koruması, alınacak en hayati karar ve yapılacak en mühim iştir. Çünkü sûra üflenip kıyâmet kopmaya başlayınca artık iş işten geçmiş, dönülmez bir yola girilmiş olacaktır 87. Sûra üfleneceği gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olan herkes dehşetli bir korkuyla donakalacak; hepsi de başları eğik, boyunları bükük vaziyette O’nun huzuruna geleceklerdir. Kıyamet günü İsrâfil umûmî kabule göre iki kez sûra üfleyecektir. Birinci kez üflediğinde gökler, yerler yıkılacak ve tüm canlılar ölecektir. İkinci kez üflediğinde ise insanlar tekrar diriltilip kabirlerinden çıkacaklardır. Zümer sûresinde bu husus şöyle haber verilir“O gün sûra üflenir; Allah’ın dilediklerinden başka göklerde ve yerde kim varsa kıyâmetin dehşetinden çarpılıp cansız yere serilir. Sonra sûra bir daha üflenir; bir de bakarsın ki, bütün ölüler dirilip kabirlerinde ayağa kalkmış, merak ve endişe içinde etraflarına bakınıp duruyorlar.” Zümer 39/68Şimdi de kıyamet günü dağların durumundan bir tablo sunulur 88. Dağları görür, onları hareketsiz, yerlerinde donmuş sanırsın. Halbuki onlar, bulutların yürümesi gibi geçer giderler. Bu, her şeyi sağlam ve mükemmel yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz O, yaptığınız her şeyi en iyi bilendir. O gün dağlar bir araya getirilip yürütülecektir. İnsan gözüyle bakıldığında onlar ayakta duruyor gibi görünecek, gerçekte ise yoğunlukları sebebiyle duruyor gibi zannedilen bulutların yürümesi gibi yürüyeceklerdir. Zira göz, çoklukları veya en ile bo­yları arasındaki mesafelerin büyüklüğü sebebiyle büyük kalabalıkları ve büyük varlıkları tamamıyla ihata etmekten uzaktır. Dolayısıyla bu görenin bir yanılmasıdır. Kur’ân-ı Kerîm, kıyamet koparken dağların başına geleceklerle ilgili geniş bilgiler verir. Bu bilgilere göre dağlar Atılmış yün gibi olacaklardır. Meâric 70/9; Kâria 101/5 Toz zerrecikleri gibi olacaklardır. Vâkıa 56/5-6 Bu da önceleri atılmış yün gibi iken, zerrelerinin birbirinden koparılması ile gerçek­leşecektir. Yerlerinden sökülüp atılacaklardır. Tâhâ 20/105 Altlarında bulunan şeylerin açığa çıkması için üzerlerine rüzgarlar gön­derilip dağlar savrulacaklardır. Rüzgarlar dağları yeryüzünün yukarısına çıkartacaklar ve adeta toz zerreleri halinde havada bir ışık gibi görüneceklerdir. Uzaktan onla­ra bakan bir kimse ise kesiflikleri sebebiyle onları cansız donuk bir ceset gibi görecektir. Ha­kikatte ise bunlar yürümektedirler. Nihâyet dağlar yürütülüp serap olacaklardır. Nebe’ 78/20 Onların bulundukları ye­re bakanlar, dağlardan hiçbir eser göremeyecek, sadece serap âyet-i kerîme bir açıdan da dağların şu anki bizim göremediğimiz gizli durumlarına ışık tutmakta, şimdiki halin her an oluş ve yok oluşunu göstererek kıyamet ve yeniden dirilmeyi düşündürmek için bunu bir nevi delil olarak göstermektedir. Şöyle ki Son derece katı cisimler halinde gözüken dağlar da aslında gezici gazlardan meydana gelmiştir. Zerrelerinde bulut buharlaşır gibi kimyasal değişim ile her an yeni bir yaratılış devam edip durmaktadır. Bu suretle yoğunlukları da bir tek hacimde sabit kalmayıp her an değişmekte ve yeniden meydana gelmektedir. Bu sebeple kâinatın en sabit görülen şeyleri bile böyle her an değişme ile bir kıyamete doğru gitmektedir. Şu halde günün birinde bir üfürme ile o koca dağların yerinden bütün yoğunluklarıyla yürütülüp yeryüzünün başka bir yeryüzüne değiştirilebileceğinin ilâhî kudret karşısında hiç de zor olmayacağı gözler önüne serilmektedir. Hem bu gidiş, nizamsız bir değişiklik ile sadece bir tahrip için değil, bulutun rahmete gidişi gibi hikmet ve intizam ile daha yüksek bir hayata geçirmek için olacaktır. İşte Allah’ın ilim ve hikmetiyle her şeyi yerli yerinde sağlam ve muntazam yapan sanatına vurgu yapılması buna cansız göründükleri halde yürüyor olmaları aynı zamanda şu hususlara misâl kabul edilebilir› Bu, dünya hayatı hakkında verilmiş bir misaldir. Ona bakan bir kimse, onun dağlar gibi durmakta olduğunu zanneder, fakat dünya tıpkı bu­lutlar gibi yok oluştan payını almaya devam etmektedir.› Bu, iman hakkında verilmiş bir misaldir. İman kalpte sabit olduğu halde, onun meyvesi mesâbesindeki sâlih ameller göğe doğru yükselir.› Bu, beden ve ruha dair verilmiş bir misâldir. Vefât esnâsında beden cansız dururken, gerçekte mü’min ruh arşa doğru yükselir. Kurtubî, el-Câmi, XIII, 243› Bu, temkin ehli âriflere işarettir. Onlar bedenleri itibariyle sakin sakin dururlar, fakat ruh ve sırlarıyla melekût âleminde dolaşıp manevî güzellikleri seyran ederler. Bu sebeple “Ârif, kâindir, bâindir” denilmiştir. Yani “o zâhiri itibariyle insanlarla beraber bulunmaktadır. Fakat iç âlemi itibariyle bütün yaratıklardan uzaklaşmış, Allah’a yaklaşmıştır.” Letâifü’l-işârât, II, 428 Her şeyi en mükemmel, en sağlam, hikmete uygun ve en güzel şekilde yaratıp onları idâre eden Allah Teâlâ, kıyâmetle birlikte yeni bir düzen kuracak, kulların iyilik ve kötülüklerine ilâhî hikmetin gerektirdiği tarzda en mükemmel karşılıklarını verecektir. Çünkü O, onların tüm yaptıklarından haberdardır. Buna göre 89. Kim huzurumuza bir iyilikle gelirse, mükâfat olarak ona ondan daha hayırlısı verilecektir. Üstelik böyleleri, o günün dehşetinden de güven içinde olacaklardır. 90. Ama kim de kötü amellerle gelirse, işte onlar yüzükoyun ateşe atılacaklardır. Siz, başka değil, ancak yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. Mahşerde Allah’ın huzuruna iman ve sâlih amellerle gelenleri, Cenâb-ı Hak daha hayırlısı ve daha fazlasıyla mükâfatlandıracaktır. Kulun o ameli işlerken sahip olduğu hissiyât, ihlas ve samimiyetine göre bir on bk. Enâm 6/160, bir yedi yüz veya daha fazlasını bk. Bakara 2/261 ikram edecektir. Üstelik böyle tâlihli kullar, korkudan kalplerin allak bullak olduğu ve gözlerin belerip dışarı fırladığı kıyamet günü o dehşetli korkudan emniyette olacaklardır. Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur“Kıyâmetin yol açtığı en büyük korku dahi onları üzmeyecek ve melekler kendilerini Size va’dedilen o mutlu gün işte bu gündür» diyerek karşılayacak.” Enbiyâ’ 21/103Bunun aksine ilâhî huzura şirk, küfür ve günahlarla gelenler yüzleri üzere cehenneme yuvarlanacaklardır. Çünkü yaptıklarının cezası nihâî kararda bunu gerektirmektedir. Suç, tamamen kendilerine sebeple, Allah Resûlü bütün insanları İslâm’a çağırarak şöyle demesi emrediliyor 91. Rasûlüm de ki “Bana, bu beldeyi muhterem ve mukaddes kılan ve her şey kendisine ait olan Rabbe kulluk etmem emredildi. Ve bana müslümanlardan olmam emredildi.” 92. “Yine bana Kur’an okumam emredildi.” Artık kim doğru yola girerse kendi iyiliğine girmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa “Ben sadece bir uyarıcıyım” de! Burada Neml sûresinin vermek istediği mesajların bir hülâsası yapılır. › Kâbe’yi kıble yapıp Mekke’yi harem bölgesi ilan eden; orada kan dökme, zulmetme, avlanma ve bitkileri koparmayı yasaklayan; hâsılı orasını emniyetli ve dokunulmaz bir şehir haline getiren, her şeyin sahibi Allah’a kulluk etmek. Bu maddede Cenâb-ı Hakk’ın Mekkelilere ihsan ettiği dünyevî nimetlere dikkat çekilir. Âyet-i kerîmede bu hususta şöyle buyrulur“Çevrelerindeki insanlar yakalanıp götürülürken ve malları yağma edilirken, yaşadıkları Mekke’yi can ve mal emniyeti bakımından güvenilir ve mukaddes bir Harem bölgesi kıldığımızı görmezler mi? Buna rağmen onlar hâla saçma ve asılsız inançlar peşinde koşarak, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlüğe devam mı edecekler?” Ankebût 29/67 Mekkeliler, Arap yarımadasının her tarafında anarşi ve terör had safhadayken Mekke’nin muhterem ve güvenli bir belde oluşundan geniş olarak istifade etmişlerdir. O halde Allah’ın bu nimetine teşekkür olarak, putları bırakıp O’na kulluk etmeleri gerekmez mi? Hem zaten her şey Allah’a ait olup, putların hiçbir tasarruf ve salahiyetleri bulunmadığı için Allah’ı bırakıp onlara tapmalarının hiçbir anlamı ve gerekçesi yoktur.› Bütün bunları mülâhaza ederek Allah’a teslim olmak; O’nun tâlimatları, emir ve yasakları istikâmetinde bir kulluk yaşamak; benliğimizden geçip Hakk’a vasıl olmak.› Resûlullah örnek tatbikatıyla Allah’ın dinini tüm tafsilâtıyla beyân eden Kur’ân-ı Kerîm’i okumak, anlamak, yaşamak ve onu insanlara tebliğ Rabbimiz, dünya ve âhiret saadetine erebilmeleri için kullarından bunları istemektedir. Peygamberin vazifesi, kulları bu ilâhî nizamı kabul ve ona itaate davettir. Davete icâbet eden kendi iyiliğine, etmeyen de kendi kötülüğüne hareket etmiş olacaktır. Yoksa bunun Allah’a ne bir faydası, ne de bir zararı dokunabilir. O, sadece katından bir lutuf olarak insanlara hem maddi, hem de peygamber ve kitap göndermek gibi mânevî nimetlerini cömertçe ihsan etmektedir. O halde Resûlüm 93. De ki “Bütün hamdler Allah’a aittir. O, size varlığının delillerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız.” Rabbin, yaptıklarınızdan asla habersiz değildir! “Allah’ın göstereceği işaretler”den maksat, gerek göklerde, gerek yerde, gerekse kendi nefislerimizde Cenâb-ı Hakk’ın varlığını, birliğini, kudret ve azametini gösteren delillerdir. Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur“Yakında biz onlara hem dış dünyada hem de insanların kendi iç âlemlerinde âyetlerimizi göstereceğiz; tâ ki Kur’an’ın gerçeğin ta kendisi olduğu onlar için de gün gibi ortaya çıksın. Aslında, Rabbinin her şey üzerinde şâhit olması ve her şeyin O’na işaret etmesi en büyük delil olarak yetmez mi?” Fussılet 41/53“Kesin olarak inanmak isteyenler için yeryüzünde Allah’ın birliğini ve sonsuz kudretini gösteren nice deliller vardır. Bizzat kendi varlığınızda da. Hâla gerçeği görmeyecek misiniz? Gökte de hem rızkınız vardır, hem de size va’dedilen cennetler.” Zâriyât 51/20-22Bu delillere ibret nazarıyla bakıp okumasını bilenler Allah Teâlâ’yı tanıma imkânı bulacaklardır. Bunları görmezlikten gelenlere ise yapılacak bir şey yoktur. Onlar ya dünyada tepelerine inen bir belâ ile veya ölüm anında meleklerin darbeleri altında yahut mahşerde ebedî hüsranla karşılaştıkları anda gerçeği öğrenecekler, fakat bunun bir faydası olmayacaktır. Bu bakımdan Allah’ın yaptıklarımızdan habersiz olmamasının tekrar vurgulanması, Peygamberimiz ve mü’minler için bir teselli iken, inkârcılar için dehşetli bir ikâz sûrenin sonunda bahsedilen Allah’ın varlığının delil ve mûcizelerini gösterme vadi, şimdi gelmekte olan Kasas sûresindeki Hz Mûsâ’ya verilen mûcizeler ve Firavun’a karşı galip gelmesi ile gerçekleşecektir. Çünkü hak-bâtıl mücâdelesinde ilk planda zayıf durumda olan mü’minleri kuvvetlendirip, kuvvetlileri devirmek de Allah Teâlâ’nın sonsuz kudretinin bir tezahürüdür Bayraktar Bayraklı Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur'an MealiBunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve şöyle dedi "Rabbim! Bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkan ver ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven iyi kullarının arasına sok!"Mehmet Okuyan Kur’an Meal-TefsirSüleyman, karıncanın sözünden dolayı neşeyle tebessüm etmiş ve şöyle demişti "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmemde ve razı olacağın iyi işler yapmamda beni başarılı kıl! Beni merhametinle iyi kullarının arasına kat!"Edip Yüksel Mesaj Kuran ÇevirisiOnun sözüne gülerek, "Efendim, senin bana ve ana babama bağışladığın nimetlerine şükretmeye ve hoşnut olacağın erdemli davranışlarda bulunmaya beni yönelt. Rahmetinle, beni erdemli kullarının arasına sok."Bunun üzerine Süleyman onun sözüne gülümseyerek tebessüm etti. Ve "Ey Rabb'im! Bana, anne ve babama bağışladığın nimetlerin karşılığında, şükretmede ve hoşnut olacağın işler yapmada beni başarılı kıl. Ve rahmetinle beni salih* kullarının arasına kat." Vakfı Süleymaniye Vakfı MealiKarıncanın sözünden dolayı gülercesine tebessüm etti. "Sahİbim, bana ve ana babama ettiğin iyilikten ötürü şükretme fırsatı ver. Senin razı olacağın iyi işler yapayım. İkramınla beni iyiler arasına kat."Ali Rıza Safa Kur'an-ı Kerim GerçekOnun bu sözüne sevinçle güldü ve şöyle dedi "Efendim! Beni, bana ve anne-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve hoşnut olacağın erdemli edimler yapmaya yönlendir. Erdemli kullarının arasına, rahmetinle beni de al!"Mustafa İslamoğlu Hayat Kitabı Kur’anKomutu onun vermesinden dolayı Süleyman gülercesine tebessüm etti ve "Rabbim!" dedi, "İç dünyamı öyle bir düzene sok ki, Senin bana ve ana-babama bahşettiğin nimetlere layıkıyla şükreden ve hep Senin hoşnut olacağın güzel işler yapan biri olayın; ve beni rahmetinle erdemli kullarının arasına kat!"Yaşar Nuri Öztürk Kur'an-ı Kerim MealiBunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve dedi "Rabbim, bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkan ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok."Ali Bulaç Kur'an-ı Kerim ve Türkçe AnlamıSüleyman Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat."Elmalılı sadeleştirilmiş O da, onun bu sözünden dolayı gülercesine tebessüm etti ve "Ey Rabbim, beni nefsime hakim kıl ki, bana ve anama babama verdiğin nimetlere şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım ve beni rahmetinle iyi kulların arasına sok!" Esed Kur'an MesajıSüleyman temsildeki karıncanın bu sözüne neşeyle güldü ve "Ey Rabbim!" dedi, "İçimde öyle düşünceler uyandır ki, bana ve ana babama bahşettiğin nimetler için sana hep şükreden biri olayım; ve hep Senin hoşnut olacağın dürüst ve erdemli işler yapıyor olayım; ve beni, rahmetinle, dürüst ve erdemli kulların arasına sok!"Diyanet İşleri Kur'an-ı Kerim Türkçe MealiSüleyman, onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki "Ey Rabbim! Beni; bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!"Elmalılı Hamdi Yazır Kur'an-ı Kerim ve Yüce MealiO da bunun sözünden gülercesine tebessüm etti de ya rabb! Dedi beni nefsime zabıt kıl ki bana ve valideynime in'am buyurduğun ni'metine şükredeyim ve razı olacağın iyi bir amel yapayım ve beni rahmetinle salih kulların miyanına idhal buyurSüleyman Ateş Kur'an-ı Kerim ve Yüce MealiSüleyman Onun sözüne gülümseyerek dedi "Rabbim, bana ve anama, babama lutfettiğin ni'mete şükretmemi, senin beğeneceğin faydalı bir iş yapmamı gönlüme ilham eyle ve rahmetinle beni iyi kullarının arasına sok."Süleyman Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki "Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat."Hasan Basri Çantay Kur'an-ı Hakim ve Meal-i KerimSüleyman onun bu sözünden gülercesine tebessüm etdi de "Ey Rabbim, dedi, bana ve ana ve babama lutfetdiğin ni'metine şükr etmemi ve geri kalan ömrüm içinde Senin raazi olacağın iyi işler yapmamı bana ilham et. Rahmetinle beni de cennetde saalih kullarının arasına sok".Onun bu sözü üzerine gülerek tebessüm etti ve dedi ki Rabbım; bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde ve hoşnud olacağın şeyi yapmakta beni muvaffak kıl ve rahmetinle beni salih kullarının arasına Piriş Kur'an-ı Kerim Türkçe AnlamıSüleyman, karıncanın bu sözüne gülerek tebessüm edip -Rabbim! bana ve anama babama verdiğin nimetine şükretmemi ve hoşnut olacağın işi yapmamı bana kolay kıl, beni rahmetinle iyi kulların arasına Yıldırım Kuran-ı Kerim ve MealiOnun sesini işiten Süleyman tebessüm ederek "Ya Rabbi, dedi, beni nefsime öyle hakim kıl ki gerek bana, gerek ebeveynime ihsan ettiğin nimetlere şükredeyim, Seni razı edecek güzel ve makbul işler yapabileyim. Bir de lütfedip beni hayırlı kulların arasına dahil eyle!"Ahmed Hulusi Türkçe Kur'an ÇözümüKarıncanın sözünden dolayı tebessüm etti Süleyman ve şöyle dedi "Rabbim... Bana ve ana-babama bahşettiğin nimete şükretmeme, razı olacağın salih amel yapmama beni muvaffak kıl ve hakikatimdeki Rahıym isminden gelen rahmetinle beni salih kullarının içine dahil et. "Edip Yüksel Eski Baskı Mesaj Kuran ÇevirisiOnun sözüne gülerek, 'Rabbim, senin bana ve ana babama bağışladığın nimetlerine şükretmeye ve hoşnut olacağın erdemli davranışlarda bulunmaya beni yönelt. Rahmetinle, beni erdemli kullarının arasına sok.'Erhan Aktaş Eski Baskı Kerim Kur'anBunun üzerine Süleyman onun sözüne gülümsedi. Ve "Ey Rabb'im! Bana, anne ve babama bağışladığın nimetlerin karşılığında, şükretmede ve hoşnut olacağın işler yapmada beni başarılı kıl. Ve rahmetinle beni salih* kullarının arasına kat." Khalifa The Final TestamentHe smiled and laughed at her statement, and said, "My Lord, direct me to be appreciative of the blessings You have bestowed upon me and my parents, and to do the righteous works that please You. Admit me by Your mercy into the company of Your righteous servants."The Monotheist Group The Quran A Monotheist TranslationHe then smiled, amused by what she said. And he said "My Lord, help me to be thankful for the blessings You have bestowed upon me and upon my parents, and that I may do good works that please You, and admit me by Your mercy with Your righteous servants."Edip-Layth Quran A Reformist TranslationHe then smiled, amused by what she said. He said, "My Lord, help me to be thankful for the blessings You have bestowed upon me and upon my parents, and that I may promote reforms that pleases You, and admit me by Your Compassion with Your righteous servants." Meallerdeki sıralama bir tercih sıralaması değil alfabetik sıralamadır. Ziyaretçilerimiz takip etmek istedikleri mealleri sol sütundan seçerek ilerleyebilirler. Tercihlerinin hatırlanması için "Tercihimi Hatırla" tıklanmalıdır. Fetebesseme dâhiken min kavlihâ vekâle rabbi evzi’nî en eşkura ni’meteke-lletî en’amte aleyye ve’alâ vâlideyye veen a’mele sâlihan terdâhu veedḣilnî birahmetike fî ibâdike-ssâlihîneSüleyman, onun sözünü duyunca hafifçe güldü de Rabbim dedi, bana ve anamla babama verdiğin nimetlere şükretmemi ve razı olacağın iyi işlerde bulunmamı ilham et bana ve rahmetinle, beni temiz kullarının arasına kat.Süleyman, karıncanın Bu sözü üzerine tebessüm edip gülerek “Rabbim, hayvanların dilinden ve halinden anlamayı lütfettin ve daha nice faziletler verdin, öyle ise hem bana, hem anne ve babama verdiğin bunca nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih ameller işlemeyi ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat” deyip dua etmişti.Süleyman karıncanın bu sözüne neşeyle güldü ve “Ey Rabbim!” dedi. “İçimde öyle düşünceler uyandır ki, bana ve ana babama bahşettiğin nimetler için, sana hep şükreden biri olayım ve hep senin razı olacağın işler yapayım, rahmetine ve doğru dürüst olan kullarının arasına koy.”Süleyman onun sözlerine tebessüm ederek güldü “Rabbim, bana ve ana-babama verdiğin nimete şükretmemi ve hâlis niyet ve amaçlarla, hoşnut olacağın, İslâm esaslarını, İslâmî düzeni hayata geçirmemi, iş barışı içinde bilinçli, planlı, mükemmel, meşrû, faydalı, verimli çalışarak nimetin-ürünün bollaşmasını sağlamamı, yerinde, haklı çıkışlar yaparak, düzelmeye, iyiliğe, iyileştirmeye ön ayak olmamı, cârî-kalıcı hayırlar-sâlih ameller işlememi gönlüme ilham et, gazabını davet eden şeylerden uzak tut. Rahmetinle beni dindar, ahlâklı, hayır-hasenât sahibi mü'minlerin, sâlih kullarının arasına kat.” el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 13/176.Süleyman onun bu sözüne gülümsedi ve dedi ki "Ey Rabbim! Bana ve anne babama verdiğin nimete şükretmemi, senin hoşnut olacağın salih amel işlememi bana ilham et ve rahmetinle salih kullarının arasına kat."Süleyman Bu sözü üzerine tebessüm edip güldü ve dedi ki 'Rabbim, bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kulların arasına kat.'Karıncaların konuştuğu sözü anlıyan Süleyman karıncanın bu sözünden gülercesine tebessüm etti ve şöyle dedi “- Ey Rabbim! Bana ilham et ki, hem bana, hem de ebeveynime ihsan buyurduğun nimetine şükredeyim; ve razı olacağın iyi bir amel yapayım. Beni de rahmetinle salih kullarının arasına cennete koy.”Süleyman, onun sözüne gülerek tebessüm etti. Ve “Ey Rabbim! Bana ve ana babama ettiğin nimetlere şükretmem ve razı olacağın işler yapabilmem için bana düzenli bir imkân ver. Ve rahmetinle, beni salih kulların içine kat.” üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve şöyle dedi “Rabbim! Bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkan ver ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven iyi kullarının arasına sok!”Karıncanın bu sözünden Süleyman gülümseyip, gülerek dedi ki Tanrım! Hem benim için, hem atamçin verdiğin nimetlere şükretmeyi —seni hoşnut kılarak— onat olarak iş görmeyi, bana kolaylat, beni rahmetinle onat kullarının arasına kat»Süleyman, karıncanın sesini duyunca gülümseyerek dedi ki “Ya Rabbi gerek bana ve gerekse ana babama bağışladığın nimetlere olanca gücümle şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi işler yapmamı nasip eyle! Rahmetinle beni iyi kullarının arasına kat!”Süleymân karıncanın bu sözine tebessüm itdi. Didi ki "Yâ rabbî müsâ’ade it de beni ve ecdâdımı müstağrak iylediğin lütuflardan dolayı sana şükür ideyim, seni râzı idecek a’mâl-i sâlihada bulunayım. Ashâb-ı hayra meşmûl rahmetinden beni de hisseyâb it"Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" onun bu sözüne tebessüm ile gülerek dedi ki “Ey Rabbim! Beni; bana ve ana-babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve razı olacağın salih ameller işlemeye sevk et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat!”Süleyman onun sözünden dolayı gülümsedi ve dedi ki Ey Rabbim! Beni, gerek bana gerekse ana-babama verdiğin nimete şükretmeye ve hoşnut olacağın iyi işler yapmaya muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına sözüne gülerek, "Rabbim, senin bana ve ana babama bağışladığın nimetlerine şükretmeye ve hoşnut olacağın erdemli davranışlarda bulunmaya beni yönelt. Rahmetinle, beni erdemli kullarının arasına sok."Süleyman onun sözüne gülümseyerek dedi ki "Ey Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın iyi iş yapmamı gönlüme getir. Rahmetinle, beni iyi kulların arasına kat."O da bunun sözünden gülercesine tebessüm etti de ya rabb! Dedi beni nefsime zâbıt kıl ki bana ve valideynime in'am buyurduğun ni'metine şükredeyim ve razı olacağın iyi bir amel yapayım ve beni rahmetinle salih kulların miyanına idhal buyurBunun üzerine Süleymân onun sözüne gülümseyerek tebessüm etti. Ve “Ey Rabb'im! Bana, anne ve babama bağışladığın nimetlerin karşılığında, şükretmede ve hoşnut olacağın işler yapmada beni başarılı kıl. Ve rahmetinle beni salih¹ kullarının arasına kat.” dedi. 1- Arı, saf, temiz, iyi, erdemli, dürüst.Süleyman onun bu sözünden gülercesine tebessüm etdi de Ey Rabbim, dedi, bana ve ana ve babama lûtfetdiğin ni'metine şükr etmemi ve geri kalan ömrüm içinde Senin raazî olacağın iyi işler yapmamı bana ilham et. Rahmetinle beni de cennetde saalih kullarının arasına sok».Bunun üzerine Süleymân onun sözünden dolayı gülercesine tebessüm etti ve dedi ki “Rabbim! Beni ve ana-babamı ni'metlendirdiğin ni'metine şükretmemi ve râzı olacağın sâlih ameller işlememi bana ilhâm eyle ve rahmetinle beni sâlih kullarının arasına kat!”Süleyman onun bu sözüne gülmüş ve “Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimetlerden dolayı sana şükretmem için imkân ver ve senin razı olacağın doğru ameller yapmamı bana nasip et. .Merhametinle doğru ve hayırlı işler yapan kullarının içine beni kat” dedi."Allah’ım Sen benim gönlüme doğur da ben anama, babama ettiğin iyilikleri över, Senin dileğine uygun olan iyilikleri işler bir kimse olayım. Sen ki esirgeyicisin, beni iyi kulların arasına kat."Bunun üzerine Süleyman karıncanın sözünden tebessüm edip gülmeye başladı, dedi ki — Yâ Rab! Bana, anama, babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmeyi, hoşnut olacağın iyi amel işlemeyi bana müyesser kıl [²]; beni öz rahmetinle salih kullarının katarına götür».[2] Beni bu fiilden onun bu sözüne tebessümle gülerek dedi ki “Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, razı olacağın iyi ve yararlı bir işi [sâlih] yapmada beni muvaffak eyle ve beni rahmetinle iyi ve yararlı işler [sâlihât] yapan kullarının arasına dâhil et!”Süleyman Onun bu sözü üzerine gülerek tebessüm etti ve dedi ki “Rabbim! Bana, anne ve babama verdiğin nimete şükretmemi ve hoşnut olacağın salih bir amelde bulunmamı ilham et ve beni rahmetinle salih kullarının arasına kat.”Süleyman, karıncanın bu sözünü işitince Allah’ın kudret ve merhametini gözler önüne seren bu hayret verici manzara karşısında hayranlıkla gülümsedi ve Allah’ın kendisine verdiği bunca nîmetleri düşünerek “Ey Rabb’im!” diye yalvardı, “Gönlüme öyle duygular ilham et ki, bana ve ana babama bahşettiğin nîmetler için sana şükreden bir kul olayım ve dâimâ senin hoşnut olacağın güzel ve yararlı işler yapayım ve ey Rabb’im, sonsuz lütuf ve rahmetin sayesinde beni tertemiz kullarının arasına kat.” Onun sözünden dolayı gülerek tebessüm etti; dedi ki -“Rabbim! Beni kuşat ki; bana ve ana-babama verdiğin nimetine şükredeyim, razı olacağın salih bir amel işleyeyim. Beni rahmetinle Salih kullarının arasına kat!”.Süleyman uzaktan karıncanın bu lafına güldü ve şöyle dua etti " Ya Rab bana ve aileme verdiğin bu nimetine teşekkür edebilmem için bana öyle imkanlar ver ki, senin razı olacağın yararlı işler yapabileyim. N'olur beni yararlı işler yapan kullarından eyle. "Süleyman onların bu halini görünce güldü. İçtenlikle Rabbine yönelerek; "Rabbim; bana, anama, babama lütfettiğin nimete şükretmemi, senin beğeneceğin faydalı bir iş yapmamı kalbime ilham eyle! Rahmetinle beni iyi kulların arasına sok!” diye dua etti.Süleyman, karıncanın sözünden dolayı neşeyle tebessüm etmiş ve şöyle demişti “Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimetlere şükretmemde ve razı olacağın iyi işler yapmamda beni başarılı kıl! Beni merhametinle iyi kullarının arasına kat!”Süleyman onun bu sözünden dolayı gülercesine tebessüm etti ve “Ey Rabbim! Gerek bana, gerekse anne ve babama verdiğin nîmete şükretmemi ve beğeneceğin iyi işleri yapmamı bana nasip eyle ve beni rahmetinle inandığını yaşayan kulların arasına kat.” dedi.[Süleyman temsildeki karıncanın] bu sözüne neşeyle güldü ve “Ey Rabbim!” dedi, “İçimde öyle düşünceler uyandır ki, bana ve ana-babama bahşettiğin nimetler için sana hep şükreden biri olayım; ¹⁷ ve hep Senin hoşnut olacağın dürüst ve erdemli işler yapıyor olayım; ve beni, rahmetinle, dürüst ve erdemli kulların arasına sok!”17 Burada Hz. Süleyman, hiç şüphesiz, büyük bir ilahî lütuf olarak, tabiat hakkındaki kendi duygu ve düşüncelerine karş. 3831-33 ve ilgili notlar, ... Devamı..Süleyman, karıncanın bu sözüne gülümseyerek tebessüm edip şöyle dua etti – Rabbim! Bana ve anama babama verdiğin nimetlerin hakkını vererek şükretmemi ve hep senin hoşnut olacağın işleri yapmaya beni muvaffak kıl ve beni rahmetinle iyi kulların arasına dâhil eyle! 7/10, 67/23Komutu onun vermesinden dolayı Süleyman gülercesine tebessüm etti[³³⁰¹] ve “Rabbim!” dedi, “İç dünyamı öyle bir düzene sok ki, Senin bana ve ana-babama bahşettiğin nimetlere lâyıkıyla şükreden[³³⁰²] ve hep Senin hoşnut olacağın güzel işler yapan biri olayım; ve beni rahmetinle erdemli kullarının arasına kat!”[³³⁰³][3301] Bize göre, Hz. Süleyman’ın gülünç bulduğu şey 19 bir dişinin lider olmasıdır. Zaten bu yaklaşımı, Süleyman’ın bilmeyip de Hüdhüd’ün getirdiği... Devamı..Hazreti Süleyman Artık onun sözünden gülercesine tebessüm etti ve dedi ki Yarabbi! Bana ilham buyur, bana ve anama babama in'am buyurmuş olduğun nîmetine şükredeyim ve senin razı olacağın sâlih amelde bulunayım ve beni rahmetinle sâlihler olan kullarının zümresine idhal buyur.»Onun sesini işiten Süleyman tebessüm ederek “Ya Rabbî, dedi, beni nefsime öyle hâkim kıl ki gerek bana, gerek ebeveynime ihsan ettiğin nimetlere şükredeyim, Seni razı edecek güzel ve makbul işler yapabileyim. Bir de lütfedip beni hayırlı kulların arasına dahil eyle! ”Süleyman Onun sözüne gülümseyerek dedi "Rabbim, bana ve anama, babama lutfettiğin ni'mete şükretmemi, senin beğeneceğin faydalı bir iş yapmamı gönlüme ilham eyle ve rahmetinle beni iyi kullarının arasına sok."Bunı işiden Süleymân tebessüm iderek güldi ve "Yâ Rabbî! Beni muvaffak iyle ki kendime ve vâlideynime olan ni'metine şükür ideyim ve senin razı olacağın 'amel-i sâlihi işleyeyim. Ve beni rahmetinle sâlih kulların zümresine idhâl it" diye du'â sözünden dolayı gülercesine tebessüm etti. “Sahİbim, bana ve ana babama ettiğin iyilikten ötürü şükretme fırsatı ver. Senin razı olacağın iyi işler yapayım. İkramınla beni iyiler arasına kat.”Süleyman, karıncanın bu sözüne gülerek tebessüm edip-Rabbim! bana ve anama babama verdiğin nimetine şükretmemi ve hoşnut olacağın işi yapmamı bana kolay kıl, beni rahmetinle iyi kulların arasına söze gülümseyen Süleyman “Rabbim,” dedi. “Bana, anne ve babama lütfettiğin nimetlere şükretmeyi ve seni razı edecek güzel işler yapmayı bana ilham et. Ve beni, salih kullarınla birlikte rahmetine al.”Bunun üzerine Süleyman, karıncanın sözüne güldü ve dedi "Rabbim, bana ve ebeveynime lütfettiğin nimetine şükretmeme, hoşnut olacağın hayırlı ve barışçıl bir iş yapmama imkân ver. Ve rahmetinle beni iyilik ve barışı seven kullarının arasına sok."pes sırıttı gülici-y-iken sözinden daħı eyitti “iy çalabum! göñlüme bıraķġıl kim şükr eyleyem ni'met üñe ol kim ni'met virdüñ baña daħı anama atama daħı kim işleyem eyü iş kim ħoşnūd olasın aña. daħı givür beni raḥmetüñ ile ķullaruñ içinde śāliḥlar.”Pes Süleymān güldi ol ḳarınca sözinden, daḫı eyitdi İy Rabbī, benümgöñlüme bıraḳ senüñ nimetlerüñ şükrini ki baña virdüñ, atama ve anamavirdüñ. Daḫı sen begenecek amel‐i ṣāliḥ işlemege tevfīḳ vir. Daḫı givür beniyā Rabbī senüñ raḥmetüñle ṣāliḥ ḳullaruñ içine.Süleyman qarışqanın bu sözündən gülümsəyib dedi “Ey Rəbbim! Mənə mənim özümə və ata-anama ehsan buyurduğun ne’mətə şükür etmək, Sənin razı qalacağın yaxşı iş görmək üçün ilham qüvvət ver! Və məni öz mərhəmətinə saleh bəndələrinin zümrəsinə daxil et!”And Solomon smiled, laughing at her speech, and said My Lord, arouse me to be thankful for Thy favour wherewith Thou hast favoured me and my parents, and to do good that shall be pleasing unto Thee, and include me in the number of Thy righteous he smiled, amused at her speech; and he said "O my Lord! so order me that I may be grateful for Thy favours, which thou hast bestowed on me and3259 on my parents, and that I may work the righteousness that will please Thee3260 And admit me, by Thy Grace, to the ranks of Thy righteous Servants."32613259 The counterpart to the position of the humble ant is the position of a great king like Solomon, He prays that his power and wisdom and other gift... Devamı.. Neml Suresi, Mekke döneminde inmiştir. 93 âyettir. Sûre, adını 18. âyette yer alan “enNeml” kelimesinden almaktadır. Neml, karınca demektir. Sûre de başlıca, Süleyman peygamber ve Sebe’ melikesi, Belkıs kıssası ile Salih ve Lût peygamberler konu edilmekte, ayrıca mü’minlerin kurtuluşa ereceği, İslâm karşıtlarının kötü akıbetleri, öldükten sonra dirilmek ve kıyamet dile Suresi Arapça OkuNeml Suresi Arapça DinleNeml Suresi Türkçe OkuNeml Suresi Türkçe Meali OkuNeml Suresi Türkçe Meali DinleNeml Suresi KonusuNeml Suresi NuzülNeml Suresi FaziletiNeml Suresi Hakkında Sıkça Sorulan SorularNeml Suresi TefsiriNeml Suresi HakkındaNeml Suresi Arapça OkuNeml Suresi Arapça yazılı olarak okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Arapça 1. Sayfaبِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِطٰسٓ۠ تِلْكَ اٰيَاتُ الْقُرْاٰنِ وَكِتَابٍ مُب۪ينٍۙ١هُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَۙ٢اَلَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ٣اِنَّ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ زَيَّنَّا لَهُمْ اَعْمَالَهُمْ فَهُمْ يَعْمَهُونَۜ٤اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَهُمْ سُٓوءُ الْعَذَابِ وَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ هُمُ الْاَخْسَرُونَ٥وَاِنَّكَ لَتُلَقَّى الْقُرْاٰنَ مِنْ لَدُنْ حَك۪يمٍ عَل۪يمٍ٦اِذْ قَالَ مُوسٰى لِاَهْلِه۪ٓ اِنّ۪ٓي اٰنَسْتُ نَاراًۜ سَاٰت۪يكُمْ مِنْهَا بِخَبَرٍ اَوْ اٰت۪يكُمْ بِشِهَابٍ قَبَسٍ لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُونَ٧فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ٨يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ٩وَاَلْقِ عَصَاكَۜ فَلَمَّا رَاٰهَا تَهْتَزُّ كَاَنَّهَا جَٓانٌّ وَلّٰى مُدْبِراً وَلَمْ يُعَقِّبْۜ يَا مُوسٰى لَا تَخَفْ اِنّ۪ي لَا يَخَافُ لَدَيَّ الْمُرْسَلُونَۗ١٠اِلَّا مَنْ ظَلَمَ ثُمَّ بَدَّلَ حُسْناً بَعْدَ سُٓوءٍ فَاِنّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ١١وَاَدْخِلْ يَدَكَ ف۪ي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَٓاءَ مِنْ غَيْرِ سُٓوءٍ ف۪ي تِسْعِ اٰيَاتٍ اِلٰى فِرْعَوْنَ وَقَوْمِه۪ۜ اِنَّهُمْ كَانُوا قَوْماً فَاسِق۪ينَ١٢فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ اٰيَاتُنَا مُبْصِرَةً قَالُوا هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۚ١٣Neml Suresi Arapça 2. Sayfaوَجَحَدُوا بِهَا وَاسْتَيْقَنَتْهَٓا اَنْفُسُهُمْ ظُلْماً وَعُلُواًّۜ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ۟١٤وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ عِلْماًۚ وَقَالَا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي فَضَّلَنَا عَلٰى كَث۪يرٍ مِنْ عِبَادِهِ الْمُؤْمِن۪ينَ١٥وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ١٦وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ١٧حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَوْا عَلٰى وَادِ النَّمْلِۙ قَالَتْ نَمْلَةٌ يَٓا اَيُّهَا النَّمْلُ ادْخُلُوا مَسَاكِنَكُمْۚ لَا يَحْطِمَنَّكُمْ سُلَيْمٰنُ وَجُنُودُهُۙ وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ١٨فَتَبَسَّمَ ضَاحِكاً مِنْ قَوْلِهَا وَقَالَ رَبِّ اَوْزِعْن۪ٓي اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْ اَعْمَلَ صَالِحاً تَرْضٰيهُ وَاَدْخِلْن۪ي بِرَحْمَتِكَ ف۪ي عِبَادِكَ الصَّالِح۪ينَ١٩وَتَفَقَّدَ الطَّيْرَ فَقَالَ مَا لِيَ لَٓا اَرَى الْهُدْهُدَۘ اَمْ كَانَ مِنَ الْغَٓائِب۪ينَ٢٠لَاُعَذِّبَنَّهُ عَذَاباً شَد۪يداً اَوْ لَا۬اَذْبَحَنَّهُٓ اَوْ لَيَأْتِيَنّ۪ي بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ٢١فَمَكَثَ غَيْرَ بَع۪يدٍ فَقَالَ اَحَطْتُ بِمَا لَمْ تُحِطْ بِه۪ وَجِئْتُكَ مِنْ سَبَأٍ بِنَبَأٍ يَق۪ينٍ٢٢Neml Suresi Arapça 3. Sayfaاِنّ۪ي وَجَدْتُ امْرَاَةً تَمْلِكُهُمْ وَاُو۫تِيَتْ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ وَلَهَا عَرْشٌ عَظ۪يمٌ٢٣وَجَدْتُهَا وَقَوْمَهَا يَسْجُدُونَ لِلشَّمْسِ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ فَهُمْ لَا يَهْتَدُونَۙ٢٤اَلَّا يَسْجُدُوا لِلّٰهِ الَّذ۪ي يُخْرِجُ الْخَبْءَ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَيَعْلَمُ مَا تُخْفُونَ وَمَا تُعْلِنُونَ٢٥اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ٢٦قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ٢٧اِذْهَبْ بِكِتَاب۪ي هٰذَا فَاَلْقِهْ اِلَيْهِمْ ثُمَّ تَوَلَّ عَنْهُمْ فَانْظُرْ مَاذَا يَرْجِعُونَ٢٨قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اِنّ۪ٓي اُلْقِيَ اِلَيَّ كِتَابٌ كَر۪يمٌ٢٩اِنَّهُ مِنْ سُلَيْمٰنَ وَاِنَّهُ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ٣٠اَلَّا تَعْلُوا عَلَيَّ وَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ۟٣١قَالَتْ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَفْتُون۪ي ف۪ٓي اَمْر۪يۚ مَا كُنْتُ قَاطِعَةً اَمْراً حَتّٰى تَشْهَدُونِ٣٢قَالُوا نَحْنُ اُو۬لُوا قُوَّةٍ وَاُو۬لُوا بَأْسٍ شَد۪يدٍ وَالْاَمْرُ اِلَيْكِ فَانْظُر۪ي مَاذَا تَأْمُر۪ينَ٣٣قَالَتْ اِنَّ الْمُلُوكَ اِذَا دَخَلُوا قَرْيَةً اَفْسَدُوهَا وَجَعَلُٓوا اَعِزَّةَ اَهْلِهَٓا اَذِلَّةًۚ وَكَذٰلِكَ يَفْعَلُونَ٣٤وَاِنّ۪ي مُرْسِلَةٌ اِلَيْهِمْ بِهَدِيَّةٍ فَنَاظِرَةٌ بِمَ يَرْجِعُ الْمُرْسَلُونَ٣٥Neml Suresi Arapça 4. Sayfaفَلَمَّا جَٓاءَ سُلَيْمٰنَ قَالَ اَتُمِدُّونَنِ بِمَالٍۘ فَمَٓا اٰتٰينِ‌يَ اللّٰهُ خَيْرٌ مِمَّٓا اٰتٰيكُمْۚ بَلْ اَنْتُمْ بِهَدِيَّتِكُمْ تَفْرَحُونَ٣٦اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ٣٧قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ٣٨قَالَ عِفْر۪يتٌ مِنَ الْجِنِّ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ تَقُومَ مِنْ مَقَامِكَۚ وَاِنّ۪ي عَلَيْهِ لَقَوِيٌّ اَم۪ينٌ٣٩قَالَ الَّذ۪ي عِنْدَهُ عِلْمٌ مِنَ الْكِتَابِ اَنَا۬ اٰت۪يكَ بِه۪ قَبْلَ اَنْ يَرْتَدَّ اِلَيْكَ طَرْفُكَۜ فَلَمَّا رَاٰهُ مُسْتَقِراًّ عِنْدَهُ قَالَ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبّ۪ي۠ لِيَبْلُوَن۪ٓي ءَاَشْكُرُ اَمْ اَكْفُرُۜ وَمَنْ شَكَرَ فَاِنَّمَا يَشْكُرُ لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ رَبّ۪ي غَنِيٌّ كَر۪يمٌ٤٠قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ٤١فَلَمَّا جَٓاءَتْ ق۪يلَ اَهٰكَذَا عَرْشُكِۜ قَالَتْ كَاَنَّهُ هُوَۚ وَاُو۫ت۪ينَا الْعِلْمَ مِنْ قَبْلِهَا وَكُنَّا مُسْلِم۪ينَ٤٢وَصَدَّهَا مَا كَانَتْ تَعْبُدُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اِنَّهَا كَانَتْ مِنْ قَوْمٍ كَافِر۪ينَ٤٣ق۪يلَ لَهَا ادْخُلِي الصَّرْحَۚ فَلَمَّا رَاَتْهُ حَسِبَتْهُ لُجَّةً وَكَشَفَتْ عَنْ سَاقَيْهَاۜ قَالَ اِنَّهُ صَرْحٌ مُمَرَّدٌ مِنْ قَوَار۪يرَۜ قَالَتْ رَبِّ اِنّ۪ي ظَلَمْتُ نَفْس۪ي وَاَسْلَمْتُ مَعَ سُلَيْمٰنَ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟٤٤Neml Suresi Arapça 5. Sayfaوَلَقَدْ اَرْسَلْـنَٓا اِلٰى ثَمُودَ اَخَـاهُمْ صَـالِحاً اَنِ اعْبُـدُوا اللّٰهَ فَاِذَا هُمْ فَر۪يقَانِ يَخْتَصِمُونَ٤٥قَالَ يَا قَوْمِ لِمَ تَسْتَعْجِلُونَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِۚ لَوْلَا تَسْتَغْفِرُونَ اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ٤٦قَالُوا اطَّيَّرْنَا بِكَ وَبِمَنْ مَعَكَۜ قَالَ طَٓائِرُكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تُفْتَنُونَ٤٧وَكَانَ فِي الْمَد۪ينَةِ تِسْعَةُ رَهْطٍ يُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ٤٨قَالُوا تَقَاسَمُوا بِاللّٰهِ لَنُبَيِّتَنَّهُ وَاَهْلَهُ ثُمَّ لَنَقُولَنَّ لِوَلِيِّه۪ مَا شَهِدْنَا مَهْلِكَ اَهْلِه۪ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ٤٩وَمَكَرُوا مَكْراً وَمَكَرْنَا مَكْراً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ٥٠فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ مَكْرِهِمْۙ اَنَّا دَمَّرْنَاهُمْ وَقَوْمَهُمْ اَجْمَع۪ينَ٥١فَتِلْكَ بُيُوتُهُمْ خَاوِيَةً بِمَا ظَلَمُواۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ٥٢وَاَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ٥٣وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ وَاَنْتُمْ تُبْصِرُونَ٥٤اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ شَهْوَةً مِنْ دُونِ النِّسَٓاءِۜ بَلْ اَنْتُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ٥٥Neml Suresi Arapça 6. Sayfaفَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَخْرِجُٓوا اٰلَ لُوطٍ مِنْ قَرْيَتِكُمْۚ اِنَّهُمْ اُنَاسٌ يَتَطَهَّرُونَ٥٦فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ قَدَّرْنَاهَا مِنَ الْغَابِر۪ينَ٥٧وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهِمْ مَطَراًۚ فَسَٓاءَ مَطَرُ الْمُنْذَر۪ينَ۟٥٨قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ وَسَلَامٌ عَلٰى عِبَادِهِ الَّذ۪ينَ اصْطَفٰىۜ آٰللّٰهُ خَيْرٌ اَمَّا يُشْرِكُونَۜ٥٩اَمَّنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَنْبَتْنَا بِه۪ حَدَٓائِقَ ذَاتَ بَهْجَةٍۚ مَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُنْبِتُوا شَجَرَهَاۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ هُمْ قَوْمٌ يَعْدِلُونَۜ٦٠اَمَّنْ جَعَلَ الْاَرْضَ قَرَاراً وَجَعَلَ خِلَالَـهَٓا اَنْهَاراً وَجَعَلَ لَهَا رَوَاسِيَ وَجَعَلَ بَيْنَ الْبَحْرَيْنِ حَاجِزاًۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَۜ٦١اَمَّنْ يُج۪يبُ الْمُضْطَرَّ اِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّٓوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَـفَٓاءَ الْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قَل۪يلاً مَا تَذَكَّرُونَۜ٦٢اَمَّنْ يَهْد۪يكُمْ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَنْ يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ تَعَالَى اللّٰهُ عَمَّا يُشْرِكُونَۜ٦٣Neml Suresi Arapça 7. Sayfaاَمَّنْ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ وَمَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ ءَاِلٰهٌ مَعَ اللّٰهِۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ٦٤قُلْ لَا يَعْلَمُ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ الْغَيْبَ اِلَّا اللّٰهُۜ وَمَا يَشْعُرُونَ اَيَّانَ يُبْعَثُونَ٦٥بَلِ ادَّارَكَ عِلْمُهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ۠ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْهَا۠ بَلْ هُمْ مِنْهَا عَمُونَ۟٦٦وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً وَاٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَئِنَّا لَمُخْرَجُونَ٦٧لَقَدْ وُعِدْنَا هٰذَا نَحْنُ وَاٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُۙ اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ٦٨قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُجْرِم۪ينَ٦٩وَلَا تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُنْ ف۪ي ضَيْقٍ مِمَّا يَمْكُرُونَ٧٠وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ٧١قُلْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ رَدِفَ لَكُمْ بَعْضُ الَّذ۪ي تَسْتَعْجِلُونَ٧٢وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَشْكُرُونَ٧٣وَاِنَّ رَبَّكَ لَيَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ٧٤وَمَا مِنْ غَٓائِبَةٍ فِي السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ٧٥اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَقُصُّ عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اَكْثَرَ الَّذ۪ي هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ٧٦Neml Suresi Arapça 8. Sayfaوَاِنَّهُ لَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِلْمُؤْمِن۪ينَ٧٧اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ بِحُكْمِه۪ۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْعَل۪يمُۚ٧٨فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّكَ عَلَى الْحَقِّ الْمُب۪ينِ٧٩اِنَّكَ لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ٨٠وَمَٓا اَنْتَ بِهَادِي الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِــعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ٨١وَاِذَا وَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ اَخْرَجْنَا لَهُمْ دَٓابَّةً مِنَ الْاَرْضِ تُكَلِّمُهُمْۙ اَنَّ النَّاسَ كَانُوا بِاٰيَاتِنَا لَا يُوقِنُونَ۟٨٢وَيَوْمَ نَحْشُرُ مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ فَوْجاً مِمَّنْ يُكَذِّبُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ يُوزَعُونَ٨٣حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫ قَالَ اَكَذَّبْتُمْ بِاٰيَات۪ي وَلَمْ تُح۪يطُوا بِهَا عِلْماً اَمَّاذَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ٨٤وَوَقَعَ الْقَوْلُ عَلَيْهِمْ بِمَا ظَلَمُوا فَهُمْ لَا يَنْطِقُونَ٨٥اَلَمْ يَرَوْا اَنَّا جَعَلْنَا الَّيْلَ لِيَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ٨٦وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ٨٧وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ٨٨Neml Suresi Arapça 9. Sayfaمَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَهُمْ مِنْ فَزَعٍ يَوْمَئِذٍ اٰمِنُونَ٨٩وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَكُبَّتْ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِۜ هَلْ تُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ٩٠اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ رَبَّ هٰذِهِ الْبَلْدَةِ الَّذ۪ي حَرَّمَهَا وَلَهُ كُلُّ شَيْءٍۘ وَاُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ مِنَ الْمُسْلِم۪ينَۙ٩١وَاَنْ اَتْلُوَا الْقُرْاٰنَۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَاِنَّمَا يَهْتَد۪ي لِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَقُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُنْذِر۪ينَ٩٢وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ فَتَعْرِفُونَهَاۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ٩٣Neml Suresi Arapça DinleNeml Suresi Arapça Dinle, Neml Suresi’ni Abdulbaset Abdussamed’den Arapça dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna Suresi Türkçe OkuNeml Suresi Türkçe latin alfabeysiyle yüzünden okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Türkçe 1. SayfaBismillahir rahmanir sin, tilke ayatul kur’ani ve kitabin ve buşra lil mu’ yukimunes salate ve yu’tunez zekate ve hum bil ahıreti hum la yu’minune bil ahireti zeyyenna lehum a’malehum fe hum ya’ lehum suul azabi ve hum fil ahıreti humul inneke le tulekkal kur’ane minledun hakimin kale musa li ehlihi inni anestu nara, se atikum minha bi haberin ev atikum bi şihabin kabesin leallekum lemma caeha nudiye en burike men fin nari ve men havleha, ve subhanallahi rabbil musa innehu enallahul azizul elkı asak, fe lemma reaha tehtezzu ke enneha cannun vella mudbiren ve lem yuakkıb, ya musa la tehaf inni la yehafu ledeyyel men zaleme summe beddele husnen ba’de suin fe inni gafurun edhıl yedeke fi ceybike tahruc beydae min gayri suin fi tis’ı ayatin ila fir’avne ve kavmih, innehum kanu kavmen lemma caethum ayatuna mubsıraten kalu haza sihrun Suresi Türkçe 2. SayfaVe cehadu biha vesteykanetha enfusuhum zulmen ve uluvva, fenzur keyfe kane akıbetul lekad ateyna davude ve suleymane ilma, ve kalal hamdu lillahillezi faddalena ala kesirin min ibadihil mu’ varise suleymanu davude ve kale ya eyyuhen nasu ullimna mentıkat tayrı, ve utina min kulli şey’, inne haza le huvel fadlul huşire li suleymane cunuduhu minel cinni vel insi vet tayrı fe hum iza etev ala vadin nemli kalet nemletun ya eyyuhen nemludhulu mesakinekum, la yahtımennekum suleymanu ve cunuduhu ve hum la yeş’ tebesseme dahıken min kavliha ve kale rabbi evzı’ni en eşkure ni’metekelleti en’amte aleyye ve ala valideyye ve en a’mele salihan terdahu ve edhılni bi rahmetike fi ibadikes tefekkadat tayra fe kale maliye la eral hudhude em kane minel uazzibennehu azaben şediden ev le ezbehannehu ev le ye’tiyenni bi sultanin mekese gayre baidin fe kale ehattu bi ma lem tuhıt bihi ve ci’tuke min sebein bi nebein Suresi Türkçe 3. Sayfaİnni vecedtumreeten temlikuhum ve utiyet min kulli şey’in ve leha arşun ve kavmeha yescudune liş şemsi min dunillahi ve zeyyene lehümuş şeytanu a’malehum fe saddehum anis sebili fe hum la yescudu lillahillezi yuhriculhab’e fis semavati vel ardı ve ya’lemu ma tuhfune ve ma tu’ la ilahe illa huve rabbul arşil se nenzuru e sadakte em kunte minel bi kitabi haza fe elkıh ileyhim summe tevelle anhum fenzur maza ya eyyuhel meleu inni ulkıye ileyye kitabun min suleymane ve innehu bismillahir rahmanir ta’lu aleyye ve’tuni ya eyyuhel meleu eftuni fi emri, ma kuntu katıaten emren hatta nahnu ulu kuvvetin ve ulu be’sin şedidin vel emru ileyki fenzuri maza te’ innel muluke iza dehalu karyeten efseduha ve cealu eizzete ehliha ezilleh, ve kezalike yef’ inni mursiletun ileyhim bi hediyyetin fe nazıratun bime yerciul Suresi Türkçe 4. SayfaFe lemma cae suleymane kale e tumidduneni bi malin fe ma ataniyallahu hayrun mimma atakum, bel entum bi hediyyetikum ileyhim fe le ne’tiyennehum bi cunudin la kıbele lehum biha ve le nuhricennehum minha ezilleten ve hum ya eyyuhel meleu eyyekum ye’tini bi arşiha kable en ye’tuni ıfritun minel cinni ene atike bihi kable en tekume min makamik ve inni aleyhi le kaviyyun indehu ilmun minel kitabi ene atike bihi kable en yertedde ileyke tarfuk, fe lemma reahu mustekırran indehu kale haza min fadlı rabbi, li yebluveni e eşkur em ekfur, ve men şekere fe innema yeşkuru li nefsih ve men kefere fe inne rabbi ganiyyun nekkiru leha arşeha nenzur e tehtedi em tekunu minellezine la lemma caet kile e hakeza arşuk, kalet ke ennehu huve ve utinel ilme min kabliha ve kunna saddeha ma kanet ta’budu min dunillah, inneha kanet min kavmin lehadhulis sarh, fe lemma raethu hasibethu lucceten ve keşefet an sakayha, kale innehu sarhun mumerradun min kavarir, kalet rabbi inni zalemtu nefsi ve eslemtu mea suleymane lillahi rabbil Suresi Türkçe 5. SayfaVe lekad erselna ila semude ehahum salihan eni’budullahe fe izahum ferikani ya kavmi lime testa’cilune bis seyyieti kablel haseneh, lev la testagfirunallahe leallekum tayyerna bike ve bi men meak, kale tairukum indallahi bel entum kavmun kane fil medineti tis’atu rahtın yufsidune fil ardı ve la tekasemu billahi le nubeyyitennehu ve ehlehu summe le nekulenne li veliyyihi ma şehidna mehlike ehlihi ve inna le mekeru mekran ve mekerna mekran ve hum la yeş’ keyfe kane akıbetu mekrihim enna demmernahum ve kavmehum tilke buyutuhum haviyeten bima zalemu, inne fi zalike le ayeten li kavmin ya’ enceynellezine amenu ve kanu lutan iz kale li kavmihi ete’tunel fahışete ve entum innekum le te’tuner ricale şehveten min dunin nisai, bel entum kavmun Suresi Türkçe 6. SayfaFe ma kane cevabe kavmihi illa en kalu ahricu ale lutın min karyetikum innehum unasun enceynahu ve ehlehu illemreetehu kaddernaha minel emtarna aleyhim matara, fe sae matarul hamdu lillahi ve selamun ala ibadihillezinastafa, allahu hayrun emma halakas semavati vel arda ve enzele lekum mines semai ma’, fe enbetna bihi hadaika zate behceh, ma kane lekum en tunbitu şecereha, e ilahun meallah, bel hum kavmun ya’ cealel arda kararen ve ceale hılaleha enharen ve ceale leha revasiye ve ceale beynel bahreyni haciza, e ilahun meallah, bel ekseruhum la ya’ yucibul mudtarra iza deahu ve yekşifus sue ve yec’alukum hulefael ard, e ilahun meallah, kalilen ma yehdikum fi zulumatil berri vel bahri ve men yursilur riyaha buşren beyne yedey rahmetih, e ilahun meallah, tealallahu amma Suresi Türkçe 7. SayfaEmmen yebdeul halka summe yuiduhu ve men yerzukukum mines semai vel ard, e ilahun meallah, kul hatu burhanekum in kuntum la ya’lemu men fis semavati vel ardıl gaybe illallah ve ma yeş’urune eyyane yub’ ilmuhum fil ahıreh, bel hum fi şekkin minha, bel hum minha kalellezine keferu e iza kunna turaben ve abauna e inna le vuıdna haza nahnu ve abauna min kablu in haza illa esatirul siru fil ardı fenzuru keyfe kane akibetul la tahzen aleyhim ve la tekun fi daykın mimma yekulune meta hazel va’du in kuntum asa en yekune radife lekum ba’dullezi testa’ inne rabbeke le zu fadlın alen nasi ve lakinne ekserehum la inne rabbeke le ya’lemu ma tukinnu suduruhum ve ma yu’ ma min gaibetin fis semai vel ardı illa fi kitabin hazel kur’ane yakussu ala beni israile ekserellezi hum fihi Suresi Türkçe 8. SayfaVe innehu le huden ve rahmetun lil mu’ rabbeke yakdi beynehum bi hukmihi, ve huvel azizul tevekkel alallah, inneke alel hakkıl la tusmiul mevta ve la tusmius summed duae iza vellev ma ente bi hadil umyi an dalaletihim, in tusmiu illa men yu’minu bi ayatina fe hum iza vakaal kavlu aleyhim ahracna lehum dabbeten minel ardı tukellimuhum ennen nase kanu bi ayatina la yevme nahşuru min kulli ummetin fevcen mimmen yukezzibu bi ayatina fe hum iza cau kale e kezzebtum bi ayati ve lem tuhitu biha ılmen em maza kuntum ta’ vakaal kavlu aleyhim bima zalemu fe hum la lem yerev enna cealnel leyle li yeskunu fihi ven nehara mubsıra, inne fi zalike le ayatin li kavmin yu’ yevme yunfehu fis suri fe fezia men fis semavati ve men fil ardı illa men şaallah, ve kullun etevhu terel cibale tahsebuha camideten ve hiye temurru merres sehab, sun’allahillezi etkane kulle şey’, innehu habirun bima tef’ Suresi Türkçe 9. SayfaMen cae bil haseneti fe lehu hayrun minha, ve hum min fezein yevmeizin men cae bis seyyieti fe kubbet vucuhuhum fin nar, hel tuczevne illa ma kuntum ta’ umirtu en a’bude rabbe hazihil beldetillezi harremeha ve lehu kullu şey’in ve umırtu en ekune minel en etluvel kur’an, fe menihteda fe innema yehtedi li nefsih, ve men dalle fe kul innema ene minel kulil hamdu lillahi seyurikum ayatihi fe ta’rifuneha, ve ma rabbuke bi gafilin amma ta’ Suresi Türkçe Meali OkuNeml Suresi Türkçe Meali okumak için lütfen sayfayı aşağı Suresi Türkçe Meali 1. SayfaRahman ve Rahim olan Allah’ın Sin. Bunlar sana Kuran’ın ve apaçık bir kitabın ayetleridir,birer hidayet ve müjde olmak üzere o mü’minlereki namazı dürüst kılarlar, zekatı verirler ve ahirete de kesin olarak inanmayanların yaptıklarını kendilerine süslü göstermişizdir de onlar ilerisini göremezler, kalpleri o kimselerdir ki kendilerine azabın kötüsü vardır, ahirette en çok ziyana uğrayanlar da gerçekten sen bu Kur’an’a bilgisinin nihayeti olmayan bir hikmet sahibi tarafından bir vakit Musa ailesine “Gerçekten bir ateşin varlığını hissettim. Ya ondan size bir haber getireceğim, yahut bir yalın şule alıp geleceğim, gerek ki, bir ocak yakar ısınırsınız.”Ona vardığında şöyle seslenildi “Haberin olsun, bu ateşteki kimse ve bunun çevresindekiler mübarek kılınmıştır; münezzehtir o alemlerin Rabbi Musa! gerçek şu; Benim o daima üstün ve hikmet sahibi olan Allah!Ve bırak asanı!” Derken onu çevik bir yılan gibi çalkanıp kıvranır görünce, dönüp kaçtı ve arkasına bakmadı. “Ey Musa, korkma; çünkü peygamberler benim huzurumda kim haksızlık yapar, sonra da yaptığı kötülüğü iyiliğe çevirirse Ben onu da bağışlayıcıyım, merhamet de elini koynuna sok; bembeyaz, kusursuz çıksın, Firavun ve kavmine dokuz mucizeden biri olarak. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplum oldular.”Bu şekilde ayetlerimiz, hakikatı gözlerine sokarak onlara vardığı vakit “Bu apaçık bir büyüdür!” Suresi Türkçe Meali 2. SayfaVe vicdanları bunların doğruluğuna kesin bir kanaat getirdiği halde sırf zulüm ve kendilerini büyük görme yüzünden onları inkar ettiler; fakat, bak o bozguncuların akibeti nasıl oldu!Andolsun ki, Davut’a ve Süleyman’a bir ilim verdik. İkisi de “Bizi mü’min kullarının bir çoğundan üstün kılan Allah’a hamdolsun.” Süleyman Davud’un yerine geçip dedi ki “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden verildi. Şüphesiz ki bu apaçık bir lütufdur.”Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan orduları Süleyman’ın huzurunda toplandı. Bunların hepsi Onun tarafından sevk ve idare karınca deresi üzerine vardıklarında bir karınca şöyle dedi “Ey karıncalar! Haydi, yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farketmeyerek sizi kırıp geçirmesin.”O da, onun bu sözünden dolayı gülercesine tebessüm etti ve “Ey Rabbim, beni nefsime hakim kıl ki, bana ve anama babama verdiğin nimetlere şükredeyim ve hoşnut olacağın iyi bir iş yapayım ve beni rahmetinle iyi kulların arasına sok!” de kuşları denetledi ve “Bana ne oluyor, Hüdhüd’ü göremiyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı?Onu mutlaka ağır bir cezaya çarptırırım veya boynunu keserim ya da bana muhakkak mazeretini gösteren açık, kesin bir gerekçe getirir.” bekledi, çok geçmeden Hüdhüd geldi ve “Ben senin etraflıca bilmediğin bir şeyi öğrendim ve sana Sebe’den sağlam bir haber getirdim.” Suresi Türkçe Meali 3. SayfaÇünkü ben, orada onlara hükümdarlık eden, kendisine herşey verilmiş, yüce bir tahtı olan bir kadın ve halkını, Allah’a değil, güneşe secde ediyorlar gördüm. Şeytan onlara yaptıklarını yaldızlamış ve bu şekilde kendilerini yoldan saptırmış da doğru ve yerde gizli olan herşeyi ortaya çıkaran ve sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilen Allah’a secde etmesinler O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. O, yüce Arşın sahibidir.Süleyman dedi ki “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, mektubumu götür onlara bırak; sonra geri çekil de, ne sonuca varacaklarına bak!”Kadın dedi ki “Ey ileri gelenler bana çok önemli ve saygıdeğer bir mektup o Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla başlamakta ki ” Bana karşı baş kaldırmayın ve müslümanlar olarak gelin bana!”Melike “Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin; sizin haberiniz olmadan ben hiçbir işi kestirip atmış değilim.” “Biz güçlüyüz ve yiğit savaşçılarız; ama karar sana aittir. Ne emredeceğini düşün.”Melike dedi ki “Doğrusu, hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkının şerefli kişilerini zillete uğratırlar; evet böyle onlara hediye ile bir heyet göndereceğim de bakacağım elçiler ne ile dönecekler?”Neml Suresi Türkçe Meali 4. SayfaBunun üzerine gönderilen elçi Süleyman’a vardığı vakit Süleyman “Siz bana mal ile yardım mı etmek istiyorsunuz? Bakın Allah’ın bana verdiği size verdiğinden daha iyidir. Hayır siz hediyenize güveniyorsunuz.Ey elçi dön onlara söyle “Vallahi karşı gelemeyecekleri ordularla varırım da, oradan kendilerini perişanlıklar içinde hor ve hakir oldukları halde çıkarırım.” dedi.Süleyman kendi adamlarına dönerek “Ey Heyet kendileri teslimiyyet gösterip bana gelmeden önce, o kadının tahtını bana kim getirir?” bir ifrit “Sen makamından kalkmadan önce ben onu sana getiririm. Ve gerçekten bunu yapmaya hem gücüm, hem de güvenim var.” kitaptan bir ilim bulunan zat ise “Ben onu sana gözünü kırpmadan önce getiririm.” dedi. Derken onu yanında duruyor görünce “Bu, Rabbimin bir lutfudur; beni imtihan için ki, şükredecek miyim, yoksa nankörlük mü edeceğim. Kim şükrederse ancak kendisi için şükreder, her kim de nankörlük ederse, şüphe yok ki, Rabbim herşeyden müstağnidir, büyük ihsan sahibidir” dedi.Süleyman dedi ki “Tahtını tanınmaz duruma sokun, bakalım tanıyacak mı, tanımazlardan mı olacak?”Bunun üzerine Melike gelince “Böyle mi senin tahtın?” denildi. O da “Sanki o! Zaten bize daha önce bilgi verildi ve biz müslüman olduk! önce Allah’tan başka taptığı şeyler, onun müslüman olmasına engel olmuştu; çünkü inkarcı bir kavimden “Köşke gir!” denildi. Derken Melike onu görünce derin bir su sandı ve eteklerini topladı. Süleyman “O parlak bir köşk, sırçadan!” dedi. Kadın “Ey Rabbim, gerçekten ben önce nefsime zulmetmişim, şimdi Süleyman’ın maiyyetinde, alemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” Suresi Türkçe Meali 5. SayfaAndolsun ki, Allah’a ibadet edin diye Semud’a da kardeşleri Salih’i göndermiştik; hemen birbirleriyle çekişen iki fırka dedi ki “Ey benim kavmim, iyilikten önce niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Ne olur Allah’a istiğfar etseniz, belki rahmetine ulaşırsınız.”Onlar “Biz, senin ve beraberindekilerin yüzünden uğursuzluğa uğradık.” dediler. O da “Sizin uğursuzluğunuzun sebebi Allah tarafından biliniyor. Doğrusu siz imtihana çekilen bir kavimsiniz.” dokuz çete vardı ki, bunlar o yerde bozgunculuk yapıyor, iyilik yapmaya and içerek, birbirlerine şöyle dediler “Ona ve ailesine bir gece baskını yapalım, sonra da velisine yemin edelim Biz onun öldürülmesi sırasında orada değildik; gerçekten sözümüz sözdür, doğru söylüyoruz, diyelim.”Onlar böyle bir tuzak kurdular, Biz de onlar farkına varmadan, tuzak bir bak! Tuzaklarının akibeti nasıl oldu? Kendilerini ve kavimlerini toptan helak haksızlıkları yüzünden çökmüş bomboş evleri! Şüphesiz bunda bilen bir toplum için ibret alacak bir ders iman edip sakınanları da peygamberlik verdik. O vakit kavmine şöyle demişti “Siz, gözünüz göre göre o rezaleti yapacaksınız ha!?Sahi siz, kadınları bırakıp şehvet için ille de erkeklere mi gideceksiniz? Doğrusu siz ne yaptığını bilmez bir topluluksunuz.”Neml Suresi Türkçe Meali 6. SayfaBuna kavminin cevabı sadece “Çıkarın şu Lut ailesini memleketinizden; çünkü onlar, çok temizlik taslayan kimselerdir.” demeleri üzerine onu ve ailesini kurtardık; ancak kansının geride kalanlar arasında olmasını takdir üzerine öyle bir yağmur yağdırdık ki… Ne kötüdür o uyarılmış olanların yağmuru!De ki “Hamdolsun Allah’a ve selam olsun O’nun seçtiği kullarına! Allah mı daha hayırlı, yoksa onların ortak koştukları mı?Yoksa gökleri ve yeri yaratıp sizin için gökten bir su indiren mi? Biz, o su ile gözleri ve gönülleri açan bahçeler bitirmekteyiz. Siz onların bir ağacını bile bitiremezdiniz. Allah’la birlikte bir tanrı mı var? Hayır, onlar, sapıklığa giden bir yeryüzünü bir karargah kılıp onun içinde ırmaklar akıtan, onun için oturaklı dağlar yapan ve iki deniz arasına bir engel koyan mı? Allah’la birlikte bir tanrı mı var? Hayır, onların çoğu ilim ehli darda kalan kendisine dua ettiği zaman, onun duasını kabul edip kötü durumdan kurtaran ve sizleri yeryüzünün yöneticileri kılan mı? Allah’la birlikte bir tanrı mı var? Siz, pek az düşünüyorsunuz!Yoksa size kara ve denizin karanlıklarında yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgardan müjdeci gönderen mi? Allah’la birlikte bir tanrı mı var? Allah, yüksek, çok yüksektir onların ortak koştuklarından!Neml Suresi Türkçe Meali 7. SayfaYoksa halkı önce yaratıp sonra yaratmayı tekrarlayacak olan ve size gökten ve yerden rızık veren mi? Allah’la birlikte bir tanrı mı var? De ki “Hayır getirin delilinizi eğer doğru söylüyorsanız!”De ki “Göklerde ve yerde Allah’tan başka kimse gaybı bilmez. Onlar, ne zaman yeniden diriltileceklerini ahiret hakkında kendilerine ardarda bilgi verilmektedir; fakat onlar bu hususta bir şüphe içindedirler, daha doğrusu onlar ondan o küfredenler dediler ki “Biz ve atalarımız toprak olduğumuz zaman mı, gerçekten biz mutlaka yeniden diriltilecek miyiz?Yemin ederiz ki, bu tehdit bize de bundan önce atalarımıza da yapıldı. Bu, eskilerin masallarından başka birşey değildir.”De ki “Hele yeryüzünde bir dolaşın da bakın suçluların sonu ne olmuş?Onlara karşı üzülme ve yaptıkları hileler yüzünden bir darlığa düşme!Bir de “Bu vaad ne zaman, eğer doğru söylüyorsanız?” diye ki “Belki de çabuk gelmesini istediğiniz o azabın bir kısmı ensenize binmiş bulunuyor.”Muhakkak Rabbin, insanlara karşı mutlak bir nimet sahibidir; fakat onların çoğu Rabbin onların sineleri ne gizliyor ve ne açıklıyorlarsa hepsini mutlaka ve yerde açık bir kitapta bulunmayan hiçbir gizli şey olsun ki, bu Kur’an İsrail oğullarına, ihtilaf edip durdukları şeylerin pek çoğunu Suresi Türkçe Meali 8. SayfaGerçekten o doğruyu gösteren kesin bir hidayet ve müminler için sırf bir Rabbin, hükmüyle aralarında yargısını infaz buyuracaktır ve O, güçlüdür, herşeyi halde Allah’a güven. Sen, şüphesiz açık bir gerçek sen, ölülere duyuramazsın; arkalarını dönüp kaçarlarken sağırlara da çağrıyı o körleri sapıklıklarından kurtarıp hidayete erdirecek de değilsin. Sen, ancak ayetlerimize inanacaklara işittirirsin de onlar müslüman olur kurtuluş söz başlarına geleceği zaman, onlar için yerden bir dabbe çıkarırız, insanların ayetlerimize kesin inanmadıklarını kendilerine her milletten ayetlerimizi yalanlayanlardan bir grup yaparak mahşere sevkedeceğimiz gün, artık onlar hep zapt altına alınıp geldikleri zaman, Allah “Siz, Benim ayetlerimi, onları ilmen kavramadığınız halde yalanladınız mı? Değilse ne yapıyordunuz?” yüzünden aleyhlerinde söz gerçekleşir söylenen başlarına gelir ve artık nutukları tutulur konuşamazlar.Onlar, içinde istirahat etsinler diye geceyi, göz açmaları için gündüzü yarattığımızı görmediler mi? Kesinlikte bunda iman edecek bir topluluk için birçok ibretler Sur üfürüleceği, üfürülüp de Allah’ın dilediği kimselerin dışında bütün göklerdeki kimselerin ve yerdeki kimselerin hepsi ürperdiği ve hepsinin hor ve hakir olarak geldikleri gün ne korkunçtur!Bir de o dağları görür, onları sabit sanırsın; oysa onlar, bulut geçer gibi geçip gider. Bu, herşeyi sapasağlam yaratmış olan Allah’ın sanatıdır. O, şüphesiz bütün yaptıklarınızdan Suresi Türkçe Meali 9. SayfaHer kim iyilikle gelirse, o zaman kendisine ondan daha hayırlısı vardır ve onlar o günkü korkudan güven içinde kim de kötülükle gelirse, artık yüzleri ateşte sürtülür. Başka değil, sırf yaptığınız amellerin karşılığı ile yalnızca bu beldenin, onu saygın kılan ve herşey de kendilerinin olan Rabbine ibadet etmekle emrolundum. Ve yine halis müslümanlardan olmamla de Kuran okuyayım diye emrolundum. Her kim doğru yolu kabul ederse, yalnızca kendi yararına kabul etmiş olur. Kim de sapar giderse de ki “Ben, yalnızca tehlikeyi haber verenlerdenim.”ve de ki “Hamdolsun Allah’a; O, size ayetlerini gösterecek de onları tanıyacaksınız. Rabbin ne yapacağınızdan gaflette değildir.”Neml Suresi Türkçe Meali DinleNeml Suresi Türkçe Meali Dinle, Neml Suresi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in Türkçe Mealini, Ahmet DENİZ’den dinlemek için lütfen Play ▶️ butonuna Suresi KonusuNeml Suresi konusu, Bir önceki Şuarâ ve bir sonraki Kasas sûreleriyle bir bütünlük arzeden Neml sûresinde Allah’ın birliği, peygamberlik, vahiy ve âhiret hayatı gibi İslâm’ın inanç esasları ele alınmaktadır. Şuarâ sûresinde olduğu gibi bazı geçmiş milletlerin ve bunlara gönderilmiş olan peygamberlerin kıssalarından kesitler sunulmak suretiyle insanlara öğütler verilmekte ve anlatılan olaylardan ibret almaları istenmekte, Hz. Süleyman’ın hükümdarlığı ve Sebe’ kraliçesiyle Belkıs olan öyküsüne genişçe yer verilmektedir. Kozmik deliller gösterilerek Allah’ın sonsuz ilmi ve kudreti ispat edilmekte, kalplerde gizlenenler dahil olmak üzere evrende var olan hiçbir şeyin Allah’a gizli kalmayacağı, müşriklerin yaptıklarının ise bâtıl olduğu vurgulanmaktadır. Ayrıca kıyamet alâmetlerinden biri olan dâbbetü’l-arzın çıkarılacağı haber verilmekte, mahşer gününde karşılaşılacak durumlar ve olaylar tasvir Suresi NuzülMushaftaki sıralamada yirmi yedinci, iniş sırasına göre kırk sekizinci sûredir. Şuarâ sûresinden sonra, Kasas sûresinden önce Mekke’de Suresi FaziletiNeml Suresi fazileti,Neml Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular Neml Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?Neml Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 376. sayfada başlar, 384. sayfada biter. Neml Suresi kaç ayettir?Neml Suresi, 93 ayetten oluşur. Neml Suresi hangi cüzde yer alır?Neml Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 19. cüzde başlar, 20. cüzde biter. Neml Suresi kaç sayfadır?Neml Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 9 sayfa içinde yer Suresi TefsiriKur’an Yolu Tefsiri kitabından Neml Suresi Tefsiri Suresi 1-3. Ayet TefsiriBazı sûrelerin başında bulunan bu tür harflere “hurûf-ı mukattaa” adı verilmektedir bilgi için bk. Bakara 2/1. 1. âyet, ”Kur’an” ve “kitap” kelimeleri yer değiştirmiş olarak Hicr sûresinin başında da geçmektedir. Bu kelimeler müfessirler tarafından farklı şekillerde yorumlanmışsa da Râzî her ikisiyle de Kur’ân-ı Kerîm’in kastedildiği kanaatindedir; ancak Kur’an onun okunuşunu, kitap ise yazılı şeklini ifade etmektedir XIX, 151. İbn Âşûr da bu görüşü tercih etmiştir XIV, 8; ayrıca bk. Hicr15/1. “Gerçekleri açıklayan” diye çevirdiğimiz mübîn kelimesi ise “açık seçik anlaşılan” veya kısaca “apaçık” şeklinde de çevrilebilir. Buna göre Kur’an’ın âyetleri gelişigüzel söylenmiş değil, anlamı açık, doğruluğunda şüphe olmayan, gerçekleri açıklayan, müminlere doğru yolu gösteren ve müjde veren ilâhî sözlerdir. 3. âyette müslümanlar, Medine döneminde hükümleri ayrıntılı olarak belirlenen ve İslâm’ın temellerinden birini oluşturan zekât vecîbesine hazırlanmaktadır, o sırada daha çok gönüllü malî ödemeler şeklinde gerçekleşen bu davranış övülmektedir zekâtın farz kılınması konusunda bilgi için bk. Tevbe 9/60, 103. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 182-183Neml Suresi 4-6. Ayet Tefsiriİnanmayanların yapıp ettiklerinin kendilerine güzel gösterilmesi Allah’ın onlara inanç ve yaşayışları konusunda seçme hakkı tanımaması anlamına gelmez; bilâkis kendi irade ve tercihleriyle inkârcılıkta ısrar ettikleri için Allah onları yapıp ettikleriyle baş başa bırakır. Böylece kalpleri katılaşır, iman etmezler ve yaptıklarının güzel olduğunu sanırlar. Bunun sonucu olarak da hem dünyada hem de âhirette yaptıklarının sonucuna katlanırlar bu konuda ayrıca bk. Bakara 2/7. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 183Neml Suresi 7-14. Ayet TefsiriHz. Mûsâ’nın kıssası çeşitli yerlerde çeşitli vesilelerle anlatılmaktadır. Burada anlatılanlar biraz daha genişçe ve farklı üslûplarla Arâf 7/104-136, Tâhâ 20/9-98 ve Kasas 28/2-46 sûrelerinde de yer almıştır. Bu âyetlerin bağlamından ve bunlar üzerine yapılan yorumlardan anlaşıldığına göre bu olay Hz. Mûsâ’nın ailesiyle birlikte Medyen’den Mısır’a yaptığı yolculuk esnasında soğuk bir gecede meydana gelmiştir. Müfessirler, Hz. Mûsâ’nın ateş sandığı ışığın gerçekte ilâhî bir nur olduğunu belirtirler bilgi için bk. Tâhâ 20/10; Taberî, XIX, 132-133; Şevkânî, IV, 122. Ateşin, yani nurun bulunduğu yerde mübarek kılınandan maksat Hz. Mûsâ, çevresindekiler ise Cebrâil ve o yeri aydınlatmakla görevli meleklerdir İbn Âşûr, XIX, 226. Mecazi anlamda ateş peygamberlere mahsus mânevî aydınlanma olarak da yorumlanmıştır Esed, II, 763. Buna göre ateşin içinde olan Mûsâ, çevresinde olanlar da ona iman edenlerdir. Zemahşerî’ye göre ateşten maksat onun bulunduğu yerdir. Burada mübarek kılınanlar ise Mûsâ ile o yerin çevresinde bulunan kutsal topraklardır III, 137. 8. âyetin son bölümünde Allah’ın, sadece İsrâiloğulları’nın değil, âlemlerin, bütün insanlığın rabbi olduğu vurgulanmakta, 9. âyette ise Allah’ın mutlak galip ve hikmet sahibi olduğu belirtilerek tevhid mücadelesinde ancak O’na güvenip dayanmak gerektiğine işaret edilmektedir asâ mûcizesi hakkında bilgi için bk. Arâf 7/107; Tâhâ 20/17-21. 11. âyet genel olarak, haksızlık ettikten sonra pişman olup tövbe eden kimselerin günahlarının bağışlanacağına, özel olarak da gençliğinde bir Mısırlı’yı kaza sonucu öldürmüş olan Hz. Mûsâ’nın bağışlanacağına işaret etmektedir Şevkânî, IV, 123; İbn Âşûr, XIX, 230; Mûsâ hakkında ayrıca bk. Kasas 28/15-16. İlâhî mesajı Firavun’a tebliğ etmekle görevlendirilen Hz. Mûsâ dokuz mûcize ile desteklenmiştir. Bunlardan sadece ikisi yani asâsının yılana dönüşmesi ve elini koynuna sokunca –sapasağlam olduğu halde– bembeyaz çıkması şeklindeki mûcizeleri burada zikredilmiş, diğerleri ise başka sûrelerde anlatılmıştır meselâ bk. Arâf 7/103-108, 130-136; İsrâ17/101. Firavun ve onun ileri gelen adamları, Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcizelerin insanları ikna ettiğini görüp kendileri bile bundan etkilenince şaşırıp kalmışlar; ancak iman etmeyi gurur ve kibirlerine yediremedikleri için inkâr yolunu tutup, mûcizelerin düpedüz sihir olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kaynak Neml Suresi 15. Ayet TefsiriDâvûd aleyhisselâm, İsrâiloğulları’na gönderilmiş bir peygamber ve hükümdardır. Kur’an’da ilmi, hikmeti, adaleti ve güzel konuşmasıyla meşhur olduğu bildirilmektedir Sâd 38/17-20, 26. Kendisine dört büyük kitaptan biri olan Zebûr gönderilmiş, dağlar ve kuşlar emrine verilmiştir bilgi için bk. Bakara 2/251; Enbiyâ 21/78-80; Ömer Faruk Harman, “Dâvûd”, DİA, IX, 21-24. Süleyman da Dâvûd’un oğlu olup babası gibi İsrâiloğulları’na gönderilmiş bir peygamber ve hükümdardır. Yahudi literatüründe daha çok kral olarak tanınmaktadır bilgi için bk. Bakara2/102.Hz. Mûsâ’nın kıssası özet olarak verildikten sonra sûrenin ana konularından birini oluşturan Dâvûd aleyhisselâm ile oğlu Süleyman’ın kıssasına geçilmektedir. Taberî’ye göre babasına ve oğluna verilen ilimden maksat her ikisinin de hayvanların dilinden anlamaları, kendi zamanlarında başkalarının bilgisi olmadığı alanlarda bilgi sahibi olmalarıdır XIX, 140-141. Bilgi, nimetlerin en değerlisi olduğu için her iki peygamber de kendilerine lutfedilen bu nimet sayesinde mümin kulların birçoğundan üstün kılındıklarını ifade etmişlerdir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 188-189Neml Suresi 16. Ayet Tefsiri“Süleyman Dâvûd’un yerine geçti” cümlesi, mal ve mülküne mirasçı olduğu anlamına gelmez; zira peygamberlerin bıraktığı mal sadakadır, ona mirasçı olunmaz bk. Buhârî, “Humus”, 1; “Megåzî”, 14, 38. O halde burada onun yerine geçmesinden maksat makam, ilim ve hikmet, peygamberlik ve hükümdarlık konularında ona mirasçı olmasıdır bu konuda bilgi için ayrıca bk. Meryem 19/6.“Bize kuş dili öğretildi” meâlindeki cümle, Hz. Süleyman’ın, ilâhî bir mûcize olarak kuşların dilini öğrendiğini ifade eder. Süleyman, kuşların yalnız sesleri veya hareketleriyle ifade ettikleri duygu ve eğilimlerini anlamakla kalmıyor, o duyguları idare eden ilâhî yasaları da biliyordu. Böylece onların öterek Allah Teâlâ’yı tesbih ve tâzim ettiklerini anladığı gibi, onları idaresi altına alarak kendine has teşkilâtıyla ordusunda hizmette de kullanıyordu Elmalılı, V, 3665-3666. “Bize her şeyden gerektiği kadar verildi” cümlesi, verilen nimetlerin çokluğunu yani sahip olduğu peygamberlik, ilim, hikmet ve malı; cinler, insanlar, kuşlar, rüzgârlar, evcil ve yabani hayvanlara hükmedebilmeyi, göklerle yer arasında kendisine ihtiyaç duyulan her şeyi ifade eder Şevkânî, IV, 125. Süleyman aleyhisselâm Allah’ın lutfettiği bu imkânlardan faydalanarak hem peygamberlik hem de hükümdarlık görevlerini yerine âyetin üslûbundan Hz. Süleyman’ın bu sözleri, büyük bir topluluğa hitap ederken söylediği, bununla insanların kendisine itaatini sağlamayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 189Neml Suresi 17-30. Ayet TefsiriCin “ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık” anlamına gelir cinler hakkında bilgi için bk. Enâm 6/100; Cin 72/1-19. 17. âyetten Hz. Süleyman’ın cinlerle de irtibat kurduğu; ordusunun cinler, insanlar ve kuşlar olmak üzere üç sınıftan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Cinleri gizli işlerde, insanları ülke savunmasında ve düşmana karşı savaşta, kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu İbn Âşûr, XIX, 240. Tefsirlerde Karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Tâif’te yahut Yemen’de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir Elmalılı, V, 3667. Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir. Âyet, toplu halde yaşadığı bilinen karıncaların aynı zamanda bir topluluk düzeni içinde hareket ettiklerini de ifade eder. Süleyman üç sınıftan oluşan ordusunu düzenli bir şekilde yönetirken Karınca vadisi denilen yere gelmiş ve burayı geçerken de karıncaların başkanının onlara verdiği emri işitmiş, anlamış ve neşelenerek gülümsemiş, bütün bu nimetlerden dolayı rabbine şükür ve niyazını arzetmiştir. Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu âyette zikredilen hüdhüdün ise Süleyman’ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Cemal Kurnaz, “Hüdhüd”, DİA, XVIII, 461. Sebe’ Saba, aslında bir hânedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen’deki Sebe’ Devleti’nin ve başşehri Me’rib’in adı olmuştur bilgi için bk. Sebe’ 34/15. Tefsirler Hz. Süleyman’ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu âyette belirtilen ceza şekillerinden biriyle cezalandıracağını ifade etmiştir Elmalılı, V, 3670. Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe’ ülkesinden Hz. Süleyman’a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe taptığını haber vermiştir şeytanın insanlara, yaptıklarını güzel göstermesi ve onları doğru yoldan alıkoyması hakkında bk. Enâm 6/43; Nahl 16/63. 22. âyette, ilim ve hikmet sahibi olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın bilmediği bir şeyi herhangi bir hayvanın bilebileceği hatırlatılmaktadır Râzî, XXIV, 190. Ayrıca bu âyet, bilgili kimselere ârız olabilecek kendini beğenme duygusuna karşı insanı dikkatli olmaya çağıran bir uyarıdır Zemahşerî, III, 143. Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler Şevkânî, IV, 128. Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir bilgi için bk. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, DİA, V, 420; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12. Süleyman aleyhisselâm, hüdhüdün sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir. Kaynak Neml Suresi 31. Ayet TefsiriBana üstünlük taslamayın, gelip bana teslim olun’ denilmektedir.” Kaynak Neml Suresi 32-35. Ayet TefsiriSüleyman aleyhisselâmın mektubunu alan melike devlet ileri gelenlerini toplayarak mektubun içeriği hakkında bilgi vermiş, ne yapmaları gerektiği konusunda kendileriyle istişarede bulunmuştur. Danışmanları ülkenin savaş gücü hakkında bilgi verdikten sonra nihaî kararın kraliçeye ait olduğunu ifade etmişlerdir. Kraliçe, savaşın başarısızlıkla neticelenmesi durumunda düşman istilâsının kötü sonuçlarını anlatarak meseleyi barış yoluyla çözmenin daha uygun olacağını ifade etmiş, barıştan yana olduğunu göstermek üzere Hz. Süleyman’a hediyeler göndermiş ve sonunu beklemiştir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 194Neml Suresi 36-40. Ayet TefsiriPeygamberin görevi insanlarla savaşarak ganimet elde etmek veya savaş tehdidiyle hediye almak değil, Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların sapkın inançlardan kurtulmalarının yolunu açmak olduğu için Hz. Süleyman, kraliçenin gönderdiği hediyelere iltifat etmemiştir. Ülkenin güvenliği bunu gerekli kıldığı için de teslim ve tâbi olmadıkları takdirde karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gideceğini söyleyerek onları tehdit dönüp durumu kraliçeye anlatınca kraliçe maiyetindeki ileri gelenlerle birlikte Hz. Süleyman’ı ziyaret edip onun dini hakkında bilgi almak üzere harekete geçmiştir. Öte yandan Hz. Süleyman’a bu bilgi ulaşmış âyet 42, o da kraliçe gelip teslim olmadan önce onun tahtını getirmelerini yanındaki görevlilerden kıssada bir kadın yöneticinin erkek devlet adamlarından daha basiretli davrandığının ima edilmesi de ilgi çekicidir. 39. âyette geçen ifrît, “güçlü, kuvvetli, yaramaz, ele avuca sığmaz kimse” demektir. Sıfat olarak cinler için kullanıldığı gibi insanlar için de kullanılır Elmalılı, VI, 3678-3679. “Kitap ilmine sahip olan biri”nin kimliği hakkında farklı rivayetler vardır. “Bir melek, bir insan, Hızır, Süleyman’ın veziri Âsaf b. Berhiyâ” veya “Süleyman’ın kendisi” denilmiştir. Râzî gerekçelerini de açıklayarak Süleyman’ın kendisi olduğunu söyleyen görüşü tercih etmektedir XXIV, 197-198. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 194-195Neml Suresi 41-44. Ayet TefsiriRivayete göre Hz. Süleyman Allah’ın kendisine lutfettiği mûcize ve nimetleri melikeye göstermek amacıyla büyük bir saray yaptırmış, camdan yapılmış olan tabanını havuz görünümüne sokmuş ve melikenin tahtını buraya yerleştirmiştir Abdülvehhâb en-Neccâr, s. 396. Sarayın tabanının su şekline sokulması, tahtın tanınmasının güç hale getirilmesi melikeyi sarsmak, kendine ve ihtişamına güvenini zayıflatmak, onu büyük bir mânevî değişime hazırlamak için olmalıdır.“Bize bundan önce bilgi verilmişti ve biz de boyun eğmişizdir” cümlesinin kime ait olduğuna dair farklı görüşler vardır a Bu söz kraliçeye aittir. Kraliçe ve çevresi bu mûcizeden önce hüdhüdün getirdiği mektup vb. diğer yollarla Hz. Süleyman’ın peygamber olduğuna dair sağlam bilgi elde etmiş ve ona boyun eğmişlerdir. b Söz Süleyman’a aittir. Bu takdirde meâli şöyle olmalıdır “Bize kraliçe hakkında daha önce bilgi verilmişti ve biz de boyun eğmişizdir.” Süleyman aleyhisselâm bu sözüyle kraliçe gelmeden önce onun müslüman olduğu ve gönüllü olarak geldiği hakkında bilgi edindiğini ifade etmektedir. c Bu söz Süleyman’ın kavmine Hz. Süleyman’ı ve sarayını gördükten, bazı bilgiler de aldıktan sonra söylediği söz, yukarıdaki ifadenin ona değil, Hz. Süleyman’a ait olduğuna bir karîne teşkil Süleyman aleyhisselâmı ziyareti konusunda Kitâb-ı Mukaddes de Kur’an’la uzlaşır bilgiler vermektedir. Ancak oradaki bilgilere göre Belkıs, Allah’ın adını yaymasından dolayı şöhreti her tarafta duyulan Hz. Süleyman’ı bizzat görmek, gerçek bir peygamber olup olmadığını anlamak üzere büyük bir kafile ve değerli hediyelerle Kudüs’e gelmiştir. Ziyareti esnasında Hz. Süleyman’a sorduğu, karşılığı yalnız kendince bilinen her sorunun cevabını almış, sonunda onun bilgisinin derinliğine, kudretinin büyüklüğüne inanmış; Allah’ın birliğine iman ettikten sonra ülkesine dönmüştür bk. I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12. Yukarıda Neccâr’dan naklettiğimiz rivayette de ziyaretin Kudüs’te gerçekleştiği ifade edilmiştir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 195Neml Suresi 45-53. Ayet TefsiriSemûd kavmi ve Sâlih peygamber hakkında daha önce ilgili yerlerde bilgi verilmişti bk. Arâf 7/73-79; Hûd 11/61-68; Şuarâ 26/141-159. Müfessirler, 45. âyette birbiriyle çekiştiği bildirilen iki gruptan birinin Sâlih peygambere iman eden güçsüzler ve zayıflar, diğerinin ise ona inanmayan güçlü, mağrur kimseler olduğunu belirtmişlerdir bk. Taberî, XIX, 170; ayrıca krş. Arâf 7/75. 48. âyette geçen şehirden maksat Hz. Sâlih’in yaşadığı ve peygamber olarak görev yaptığı Hicr şehridir bk. Hicr 15/80; Taberî, XIX, 172. Bu şehirdeki dokuz elebaşından oluşan bir grup, geceleyin bir baskınla, uğursuz saydıkları Sâlih aleyhisselâm ve ailesini öldürüp yok etmeyi peygamber ve ona inananların inkârcılar tarafından uğursuz sayılması hakkında bk. Arâf 7/131; kan davasında bulunacak olan akrabasına da, “Biz Sâlih ailesinin yok edilişi sırasında orada değildik” veya farklı kıraate göre, “Onun ailesini kimin öldürdüğünü görmedik” demeyi planlamıştır. Onlar bu planları kurarlarken Sâlih kendisine inananlarla birlikte yurdu terkedip kurtulmuş, Semûd kavmi ise şiddetli bir depremle yok olup gitmiştir bk. Arâf 7/78; Hûd11/66-67.Bu kıssada Hz. Peygamber için bir teselli, Kureyş müşrikleri için de bir ikaz vardır. Çünkü Semûd kavminin Sâlih peygamber hakkında düşündüklerinin aynını, Kureyşliler Hz. Peygamber hakkında düşünmüşler ve onu yok etme teşebbüsünde bulunmuşlardır bilgi için bk. Enfâl 8/30. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 197-198Neml Suresi 54-58. Ayet TefsiriBirçok kötülüğü yanında homoseksüellik gibi iğrenç bir ilişkiye alışmış olan ve peygamberin uyarılarına kulak asmayan bir topluluğun nasıl helâk edildiği anlatılarak insanların bu tür kötülüklerden sakınmaları istenmektedir. 58. âyette bu kavmin başına yağdığı bildirilen müthiş yağmurun taş yağmuru olduğu Hûd sûresinin 82. âyetinde bildirilmiştir Hz. Lût ve peygamber olarak gönderilmiş olduğu Sodom halkı hakkında bilgi için bk. Arâf 7/80-84; Hûd 11/69-83; Şuarâ 26/160-173. 59-62. Sûrenin başından buraya kadar anlatılan kıssalarda peygamberlerin ve getirdikleri mesajın önemi vurgulandıktan sonra bu âyetlerde de Allah’ın varlığı, birliği ve sonsuz kudretini gösteren kozmik deliller sıralanmakta, müşriklerin âhiret hakkındaki inanç ve tutumları tenkit edilmektedir. 59. âyette Allah, Hz. Peygamber’e bu âyetleri okumaya başlarken kendisine lutfettiği peygamberlik ve diğer nimetlerinden dolayı Allah’a hamdetmesini ve davetini tebliğ etmesi için seçtiği peygamberlere salâtü selâm getirmesini emretmektedir. Şevkânî, âyette geçen “Allah’ın seçkin kıldığı kullar” ifadesini genel anlamda yorumlar ve hem peygamberlerin hem de onlara iman eden müminlerin bu zümreye girdiğini söyler IV, 141. Yazılı veya sözlü herhangi bir hitabede bulunurken sözün başında Allah’a hamdetme, bu buyruğa dayalı olarak Hz. Peygamber’e ve ailesine salâtü selâm getirme geleneği zamanımıza kadar devam etmiştir. 61. âyette iki deniz arasına konulduğu bildirilen engelden maksat, tuzluluk oranı farklı denizleri birbirinden ayıran sınırdır. Özgül ağırlığı farklı olan yani birinin suyu diğerine nisbetle daha tuzlu olan iki su kütlesi yan yana durdukları halde aralarında görünmeyen bir perde varmış gibi birbirine karışmamakta ve birleşimlerindeki farklılık değişmemektedir krş. Furkan 25/53; Rahmân 55/19-20; bu âyette geçen diğer konular hakkında bilgi için bk. Nahl 16/14-16. Önceki âyetlerde Allah’ın kudretini göstermek için dış âlemden deliller getirilmişti; 62. âyette ise Allah’ın insanlar üzerindeki iki türlü tasarrufundan bahsedilerek kudretinin sonsuzluğuna delil getirilmektedir. Bunlar a Allah’ın, ihtiyaçtan dolayı kendisine dua edenin duasını kabul edip imdadına yetişmesi, sıkıntılarını gidermesi; b İnsanları yeryüzünün yöneticileri yapması veya nesilleri birbirinin ardından getirerek yeryüzünün sahipleri kılmasıdır. Kaynak Neml Suresi 59. Ayet TefsiriDe ki “Hamdolsun Allah’a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı daha hayırlı yoksa O’na koştukları ortaklar mı? Kaynak Neml Suresi 60. Ayet TefsiriPeki gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren kim? Biz o suyla, sizin bir tek ağacını bile bitiremeyeceğiniz güzel güzel bahçeler, bağlar yetiştirmekteyiz. Allah’tan başka tanrı mı! Doğrusu onlar yoldan sapmış kimselerdir. Kaynak Neml Suresi 61. Ayet TefsiriPeki yeryüzünü yerleşmeye elverişli kılan, vadilerinden nehirler akıtan, yerde sarsılmaz dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan kim? Allah’tan başka bir tanrı mı? Doğrusu onların çoğu gerçeği bilmiyorlar. Kaynak Neml Suresi 62. Ayet TefsiriPeki darda kalan kendisine yalvardığı zaman imdadına yetişen, sıkıntısını gideren ve sizi yeryüzünün yöneticileri yapan kim? Allah’tan başka bir tanrı mı? Ne kadar da kıt düşünüyorsunuz! Kaynak Neml Suresi 63. Ayet Tefsiriİnsanların karada ve denizde gece karanlığında yolculuk yaparken yönlerini tayin etmelerine elverişli olarak yaratılmış olan yıldızlar, bunlardan faydalanacak özellikte yaratılmış olan insan zekâsı krş. Enâm6/97, ayrıca denizlerden buharlaşan suyu kara parçalarının içlerine kadar götürüp oralarda yağmur veya kar olarak yağmasını sağlayan ve bu yağmurların rahmet müjdecisi olan rüzgâr, işte bütün bunlar Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretinin büyüklüğünü gösteren kevnî delillerdendir krş. Arâf 7/57. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 201-202Neml Suresi 64. Ayet TefsiriDiğerleri yanında varlığın, oluşun ve hayatın başlaması, devam etmesi ve yaratılışın yenilenmesi de Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren delillerdendir yaratılış hakkında bilgi için bk. Yûnus 10/4, 34; Ankebût 29/19. Müşrikler, evrenin Allah tarafından yoktan yaratılıp yönetildiğine, Allah’ın gökten yağmur yağdırıp onunla yeryüzüne hayat verdiğine ve buradan canlıları rızıklandırdığına inanıyor bk. Ankebût29/61-63; Zümer 39/38 fakat öldükten sonra dirilmeye inanmıyorlardı. Kendisini Allah’ın yaratmış olduğunu itiraf eden insan, bir soru yöneltilerek düşünmeye sevkedilmekte ve öldükten sonra yeniden diriltilebileceğine de iman etmeye çağrılmaktadır.“Kesin delil” diye çevirdiğimiz burhân kelimesi “akıl, işaret ve alâmet” anlamlarına da gelir. Burada Allah’a ortak koşanların bu iddialarının doğruluğunu ispatlayacak kesin delil getirmeleri istendiği için bu şekilde tercüme edilmiştir burhân hakkında bilgi için bk. en-Nisâ 4/174. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 202Neml Suresi 65-66. Ayet TefsiriRivayete göre putperestler, Resûlullah’ın peygamberliğini reddetmek için ona kıyametin ne zaman kopacağına dair bir soru yöneltmişler; bunun üzerine inen âyette kıyametin gayb olaylarından olduğu, Allah’tan başka kimsenin onu bilemeyeceği açıklanmıştır İbn Âşûr, XX, 19; gayb hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3. Âhiret hayatı insanın bu dünyada algılayabileceği alanın ötesinde yer alan bir gerçek olduğu için insanlar onu bilemez ve tam olarak tasavvur edemezler. Ancak 66. âyette putperest Araplar’ın bu bilgisizliği, kuşkuculuğa, hatta inkâra kadar götürdükleri bildirilmektedir. Ama onlar, âhirette gerçekle karşı karşıya geldiklerinde bilgileri tamamlanacaktır. Bu sebeple Kur’an, ölümden sonraki hayat hakkında bilgi verirken genellikle temsilî bir üslûp kullanmaktadır. “Onlar âhiretten yana kördürler” cümlesi, inkârcıların, âhiret hayatının ilâhî ilimdeki yaratma planının mantıkî bir sonucu olduğu gerçeğini idrakten âciz bulunduklarını ifade eder. Hakkıyla düşünselerdi insandaki sorumluluk ve adalet duygusu ve düşüncesinin ancak mutlak adaletin tecelli edeceği bir âhiret hesabı ve mahkemesiyle anlam kazanacağını, yerine oturacağını anlarlardı. Müfessirler “Hayır, onların âhiret hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır” meâlindeki cümlede geçen ve “yetersiz kalmıştır” anlamına gelen “iddâreke” fiilinin farklı kıraatine göre cümleye şöyle de mâna vermişlerdir “Hayır, onların âhiret hayatı hakkında bilgileri yoktur” Şevkânî, IV, 170; İbn Âşûr, XX, 22. 27 / NEML SÛRESİ 67 – 82 hakikat üzeresin. 80. Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. 81. Sen körleri yanlış yoldan doğruya yönlendiremezsin. Sen çağrını ancak âyetlerimize inanıp teslim olanlara duyurabilirsin. 82. Söylenen kıyamet başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir yaratık çıkarırız da insanların âyetlerimize kesin bir şekilde iman etmedikleri konusunda onlarla konuşur. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 202-203Neml Suresi 67-72. Ayet TefsiriÂhiretin inkârı ve inkârcıların çeşitli oyunları son peygamberin muhataplarına özgü değildir; bütün peygamberler bu inkârla karşılaşmış, her şeye rağmen görevlerini yapmış, ilâhî adalet ve irade yerini bulmuştur. Şu halde son mesajın tebliğcisi de gördüğü tepkilere fazla üzülmemeli, canını sıkmamalıdır. Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in uyarılarına rağmen müşrikler âhiret hayatını inkâr etmekle yetinmeyip alaylı ifadelerle o hayatın ne zaman geleceğini sormaktadırlar. 72. âyette Hz. Peygamber’in bu soruya nasıl cevap vermesi gerektiği bildiriliyor. Genellikle müfessirler bu âyette müşriklerin tepesine inmek üzere olduğu bildirilen azabı Bedir Savaşı’nda başlarına gelen ölüm ve esaret olarak yorumlamışlardır Râzî, XXIV, 214; Şevkânî, IV, 145. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 205Neml Suresi 73. Ayet TefsiriŞüphesiz rabbin insanlara karşı lutuf sahibidir; fakat onların çoğu şükretmezler. Kaynak Neml Suresi 74. Ayet TefsiriRabbin onların kalplerinde gizlediklerini de açığa vurduklarını da elbette bilir. Kaynak Neml Suresi 75. Ayet Tefsiri“Apaçık kitap” ifadesi, “ana kitap, levh-i mahfûz veya Allah’ın ilmi” olarak yorumlanmıştır krş. Taberî, XX, 11; Şevkânî, IV, 145; İbn Âşûr, XX, 29. Muhammed Esed ise “Allah’ın, yarattığı âlem için koyduğu yasalar ve ilkeler örgüsü” olarak tercüme etmiştir II, 775. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 205Neml Suresi 76-78. Ayet Tefsiri“İsrâiloğulları” ifadesi hem yahudileri hem de ilk hıristiyanları içermektedir bk. Zemahşerî, III, 159; Esed, II, 776. Zira her iki grup da Eski Ahid’e bağlı oldukları halde orada daha önce açıkça ortaya konmuş olan birçok temel gerçek üzerinde sonradan ayrılığa düşmüşler, neticede birbirlerini yalanlamış hatta lânetlemişlerdir. Kur’an’ın mesajı evrensel olmakla birlikte Ehl-i kitabın inanç ve kültürlerinin insanlığın büyük bir kısmı üzerindeki etkisinden dolayı açıklamanın İsrâiloğulları’na yapıldığı söylenmiştir. Kur’an’ın, İsrâiloğulları’nın ihtilâf ettiği meselelerin hepsini değil de çoğunu açıklamış olması, ihtilâf konusu bazı meselelerin âhirette açıklanacağına Esed, II, 776, bazılarının ise açıklanmasına ihtiyaç bulunmadığına işaret etmektedir İbn Âşûr, XX, 30-31. Kur’an bütün insanlığa doğru yolu gösteren bir kılavuz, onları her türlü kötülükten ve bunun neticesi olan azaptan koruyan bir rahmet olmakla birlikte inanmayanlar onun hidayetinden faydalanamadıklarından dolayı 77. âyette Kur’an sadece “müminler için bir hidayet rehberi ve bir rahmet” olarak tanıtılmıştır. Yukarıda da işaret edildiği üzere gerek Hz. Peygamber’i yalancılıkla itham edenler hakkında gerekse Ehl-i kitabın bu dünyada ihtilâfa düşüp birbirlerini yalanladıkları konularda Allah âhirette gereken açıklamayı yapacak, hikmet ve adâletiyle aralarında hükmünü verecektir. Kaynak Neml Suresi 79-81. Ayet Tefsiriİnkârcıların haksız ve inatçı tutumları karşısında Hz. Peygamber teselli edilmekte, gittiği yol doğru ve apaçık olduğu için ümitsizliğe kapılmaması ve Allah’a dayanıp güvenmesi tavsiye edilmektedir. Bununla birlikte inanmayanları Allah Teâlâ 80. âyette ölü ve sağırlara, 81. âyette ise yolunu yitirmiş körlere benzetmektedir. Çünkü duyularını ve aklını amaçlarına uygun olarak kullanmayanın bunlardan yoksun olandan farkı yoktur. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 206Neml Suresi 82. Ayet Tefsiri“Söylenen”den maksat, 71. âyette ne zaman meydana gelecegi sorulan kiyamettir Ibn Âsûr, XX, 38. Nitekim bir sonraki âyette de kiyamet kopmadan önce meydana gelecek olaylar açiklanmaktadir. “Yerden bir yaratik” diye çevrilen ve insanlarla konusacagi bildirilen dâbbetü’l-arz, tefsirlerdeki bilgilere göre kiyametin yaklastigini bildiren büyük alâmetlerden biri olarak ortaya çikacak olan garip bir yaratiktir. Hadislerde bildirildigine göre inkârcilarin, öncekilerin masallari olarak gördükleri ne varsa hepsinin meydana gelecegi ve gerçegin bütün çiplakligiyla görülecegi kiyamet günü yaklastiginda bunun bir alâmeti olarak “dâbbetü’larz” ortaya çikacaktir Müslim, “Fiten”, 118, 128-129; Müsned, IV, 7. Islâmî kaynaklarda dâbbetü’l-arz ile ilgili olarak bazi ayrintilar olmakla birlikte bunun tek bir hayvan mi, yoksa yeryüzünü kaplayacak bir hayvan türü mü veya bunun temsilî bir anlatim mi oldugu hususu açik degildir. Dâbbetü’l-arzin çikacagi Kur’ân-i Kerîm’de bildirilmekle beraber, onun mahiyeti, ne zaman, nerede ve nasil çikacagiyla ilgili ayrintilara dair bilgilerin çogu saglam rivayetlere dayanmamaktadir. Konuyla ilgili ayrintili bilgileri özetleyen Râzî kendi kanaatini söyle ifade eder “Sunu bilmelisin ki Kur’an’da bu hususlarin hiçbiri hakkinda herhangi bir delil mevcut degildir. Eger Hz. Peygamber’den sahih bir haber gelmisse kabul edilir, degilse hiçbir açiklama dikkate alinmaz” XXIV, 218. Bu sebeple dâbbetü’l-arza Kur’an’da isaret edildigi sekliyle inanip ondan ötesine gaybî mesele olarak bakmak ve bunu kiyamet alâmetlerinin hikmetleri içerisinde degerlendirmek gerekir gayb hakkinda bilgi için bk. Bakara2/3. Dâbbetü’l-arz kavraminin yeryüzündeki bütün insanlari kapsamayan, belli olumsuz sartlarin ortaya çikmasi halinde sadece belli yerlerde vuku bulan veya vuku bulacak olan sosyal bir sarsintiyi sembolize ettigini düsünenler de vardir bilgi için bk. Ilyas Çelebi, Itikadî Açidan Uzak ve Yakin Gelecekle Ilgili Haberler, s. 132-142; Zeki Saritoprak, “Dâbbetü’larz”, DIA, VIII, 393. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 206-207Neml Suresi 83-86. Ayet TefsiriBu ve devamındaki âyetlerde kıyamet hallerinden bir kesit verilmektedir. Bu âyetlere getirilen yorumlara göre kıyamet gününde mahlûkatın diriltilip mahşer yerinde toplandığı gün her ümmetin içinden dünyada peygamberleri yalancılıkla itham edip Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş olanlar veya bunların liderleri çıkarılarak başka bir yerde toplanacak ve özel olarak hesaba çekileceklerdir. Dünyada Allah’ın kevnî ve vahyî âyetleri üzerinde düşünmeden O’na ortak koşmaları ve bunun sonucu olarak Allah’a ve kullarına karşı işlemiş oldukları haksızlıklar sebebiyle ağır bir şekilde cezaya çarptırılacaklardır Râzî, XXIV, 218; Şevkânî, IV, 148; İbn Âşûr, XX, 42. Elmalılı Muhammed Hamdi ise bu âyetlerin dâbbetü’l-arz olayını anlatan âyetin hemen ardından geldiğini dikkate alarak bu olayın kıyâmet-i kübrâdan önce meydana gelecek küçük veya orta bir kıyamet olduğunu söylemektedir V, 3705. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 209Neml Suresi 87. Ayet TefsiriSözlüklerde “üflendiğinde ses çıkaran boynuz biçiminde bir boru” diye açıklanan sûr, geleneksel İslâmî inanca göre dört büyük melekten biri olan İsrâfil’in kıyamet gününde biri bütün canlıların ölmesi, diğeri ise tekrar dirilip kabirlerden kalkması için iki defa üfleyeceği çok güçlü ve alışılmadık bir ses çıkaran borudur. Sûrun iki defa üfleneceği kanaatinde olan müfessirlere göre bu âyette haber verilen üfleme birinci, yani bütün canlıların ölmesini sağlayacak olan üflemedir. Üç defa üfleneceği kanaatinde olanlara göre ise bu üfleme, korkutma üflemesidir; bundan sonra öldürme üflemesi, onun ardından da yeniden diriltme üflemesi gelecektir krş. Zümer 39/68; Elmalılı, V, 3708; sûr ve kıyamet sahneleri hakkında bilgi için ayrıca bk. Enâm 6/73. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 209-210Neml Suresi 88. Ayet TefsiriBazı müfessirler bu âyeti dünyanın güneş etrafındaki dönüşüne işaret olarak değerlendirmişlerdir bk. Celal Kırca, s. 76. Yine bazı tefsircilere göre bu vâkıa, kıyametin ilâhî kudretle kopacağının delilidir. Dünya gibi büyük bir kütleyi uzay boşluğunda yaratılış amacına uygun, düzenli bir şekilde ve bulutlar gibi yürüten Allah Teâlâ, zamanı geldiğinde bu dünyayı başka bir âleme dönüştürebilecek bilgi ve kudrete sahiptir ve bunu yapacaktır. Nitekim müfessirler sûrun üflenmesinden sonra Allah Teâlâ’nın dağları yok ederek yeryüzünü başka bir âleme dönüştüreceğini ifade etmişlerdir bk. İbn Âşûr, XX, 47; bu konuda bilgi için bk. İbrâhim 14/48; ayrıca krş. Kehf 18/47; Tâhâ 20/105-107; Kåria 101/5. Bir yoruma göre bu âyette geçen “dağların yürümesi olayı” kıyamette vuku bulacak ve her şey Allah’a gelirken dağlar da O’na doğru yürüyüp gelecektir.“Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır” cümlesi, sadece dünyanın ve dağların değil, evrendeki her şeyin Allah’ın ilmi, kudreti ve sanatıyla mükemmel bir şekilde yaratıldığını ve yaratılış amacına uygun, düzenli bir şekilde idare edildiğini, hiçbir şeyin tesadüfe bırakılmadığını ifade etmektedir. “Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır” meâlindeki son cümle ise bu değişimin meydana geldiği kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın insanları dünyada yaptıklarından hesaba çekeceğine işaret etmektedir. Nitekim bundan sonra gelen âyetler de bu yorumu destekler mahiyettedir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 210Neml Suresi 89-90. Ayet TefsiriDünya hayatında yapılanların âhirette karşılıksız kalmayacağı, ceza veya mükâfata lâyık olarak tanımlanan şeyin, dünya hayatında ortaya konan iyi ya da kötü tutum ve davranışların tabii sonucundan başka bir şey olmadığı ifade edilmektedir. Nitekim 89. âyet, kişilerin birey veya toplum olarak yaptıkları iyi eylemlerin bir sonucu olmak üzere kendilerine âhirette daha iyisinin verileceğini ve orada huzur ve güven içerisinde bulunacaklarını bildirirken, 90. âyet dünyada sadece kötü işler yapanların veya kötülükleri iyiliklerinden fazla olanların İbn Kesîr, VI, 227 âhirette yüzüstü cehenneme sürükleneceklerini haber vermektedir “hasene” ve “seyyie” kelimelerinin anlamı ve bu bağlamdaki izahı hakkında bilgi için bk. Enâm 6/160. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 210-211Neml Suresi 91-92. Ayet TefsiriAllah’ın birliği, vahiy, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme gibi ana konuların ele alındığı Neml sûresinin bu âyetlerinde dinin özü ve amacı, Hz. Peygamber’in şahsında insanlara anlatılmakta, Mekke şehrini harem bölgesi dokunulmazlık alanı kılan bir tek Allah’a kulluk etmeleri, O’na teslim olduklarını açıklamaları ve Kur’an okumaları emredilmektedir. Allah Teâlâ, o dönemde can güvenliğinin bulunmadığı Arap yarımadasında, inşa edildiği günden itibaren Kâbe’yi müminlerin kıblesi yapmış, Mekke’de kan dökme, zulmetme, avlanma ve bitkileri koparma gibi eylemler konusunda yasaklar koymuş; bu şehri emniyetli, saygın ve dokunulmaz harem bir şehir haline getirmiştir. Arap yarımadasının her tarafında insanlar kan akıtırlarken Mekkeliler gerek buranın saygınlığından, gerekse güvenli bir belde oluşundan geniş olarak faydalanmışlardır. 92. âyet şu yalın gerçeği de hatırlatmaktadır İnsanlara maddî nimetler bahşeden, kitap ve peygamber göndererek doğru yolu bulmalarına yardım eden Allah’ın, insanların doğru veya eğri yolu tutmalarında bir menfaati yoktur; bunun faydası ve zararı kullara aittir. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 211Neml Suresi 93. Ayet TefsiriAllah’ın göstereceği işaretlerden maksat, O’nun birliğini ve kudretini gösteren gerek dış dünyadaki gerekse insanın kendi varlığındaki delillerdir bilgi için bk. Fussılet 41/53. Sûrenin bu son âyetinin son cümlesi ile Hz. Peygamber teselli edilmekte, müşrikler ise uyarılmaktadır. Kaynak Kur’an Yolu Tefsiri Cilt 4 Sayfa 211Neml Suresi HakkındaMekke döneminde Şuarâ sûresinden sonra nâzil olmuştur, doksan üç âyettir. Adını, Hz. Süleyman’ın ordusuna yol veren karıncayla ilgili kıssanın anlatıldığı 18. âyetten alır. Sûretü Süleyman olarak da anılır. Fâsılası “م، ن” harfleridir. Kur’an’ın vahiy ürünü olduğunu belirtmekle başlayan sûrede ilâhî mesajın önceki tebliğcilerinden Hz. Mûsâ, Süleyman, Sâlih ve Lût’un mücadelelerinden örnekler verilmiş, ardından Allah’ın birliğinin delillerine ve âhiret hayatının önemine temas muhtevasını bir girişten sonra iki bölüm halinde ele almak mümkündür. Mekke döneminin ikinci yarısında nâzil olduğu tahmin edilen sûre “ŧâ sîn” harfleriyle başlar, ardından, gelecek olan beyanların Kur’an’ın ve ilâhî kitabın âyetleri olduğu belirtilir. Bu âyetlerin inanan ve imanını namaz kılmak, zekât vermek arınmak, büyük hesap gününün sorumluluğunu taşıdığını davranışlarıyla ortaya koymak suretiyle kanıtlayan kimseler için hidayet ve kurtuluş vesilesi olduğu zikredilir. Âhirete inanmayanların dünyada derin bir gaflet içinde sıkıntılı bir hayat geçirdikleri, ölüm sonrası hayatta ise hüsrana mâruz kalacakları belirtilir ve Hz. Peygamber’e hitap edilerek Kur’an âyetlerinin kendisine hakîm ve alîm olan Allah tarafından gönderildiği bildirilir âyet 1-6.Peygamber kıssalarının yer aldığı birinci bölümde diğer sûrelerde ayrıntılı biçimde anlatılan Hz. Mûsâ’nın tebliğ hayatının bir kesiti verilir. Bu kısmın sonunda, Firavun ile taraftarlarına apaçık mûcizeler gösterildiği ve onların iç dünyalarında bunların gerçekliğine tam kanaat getirdikleri halde sırf zulüm ve kibir yüzünden kabule yanaşmadıkları belirtilir. Arkasından hem Hicaz bölgesi Araplar’ının hem de onlarla temas halinde bulunan Ehl-i kitabın ortak kültüründe yer aldığı anlaşılan Hz. Süleyman’ın nübüvvet ve hükümdarlığı anlatılır. Onun kuş dilini bildiğinden, cinlere, insanlara ve kuşlara hükmettiğinden söz edilir. Sebe melikesi Belkıs ile olan muhaberesi ve sonunda onun Süleyman’ın yanına gelerek hak dini benimsemesi anlatılır. Hz. Sâlih ile Lût’un kendi kavimlerine yönelik tebliğlerine temas edilir. Her iki topluluğun ilâhî daveti kabul etmeyip peygamberlerine kötü muamelede bulundukları ve sonunda helâk edildikleri haber verilir âyet 7-58.Sûrenin ikinci bölümü Hz. Peygamber’e hitap ederek başlar. Ardından Allah’a şirk koşma saplantısının akıl, mantık ve ilim sahibi, fıtratı bozulmamış insanın psikolojik yapısıyla bağdaşmadığını açıklamak üzere tabiatın yaratılışı, işleyişi, insan hayatıyla uyumlu ve ona yararlı hale getirilişine dair örnekler verilir. Bu arada arka arkaya gelen beş âyetten 27/60-64 her birinin sonunda, “Allah’la beraber bir tanrı daha mı?” meâlinde hem sitem hem uyarı taşıyan cümle tekrar edilir. İnsan onuruyla bağdaşmayan şirk telakkisinin eleştirisine dair âyetlerin ardından göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği ifade edilmek suretiyle gaybın bilinmesinin ulûhiyyet makamına mahsus olduğuna, kehanet vb. yollarla bu alandan haber vermenin bir nevi şirk sayıldığına işaret edilir. Âhiret inancını reddedenlere uyarılarda bulunulur. Kur’an’ın, kitap ehlinin anlaşmazlığa düştüğü konuların çoğunu açıklığa kavuşturduğu, inanmak isteyenler için hidayet ve rahmet vesilesi olduğu ifade edilir. Tekrar Hz. Peygamber’e hitap edilerek Allah’a dayanması öğütlenir, apaçık bir gerçeği savunduğu halde inanmayanların bulunduğu hatırlatılır, bunların yaşayacağı âhiret hayatının bazı dehşetli safhalarına temas edilir. 82. âyette kıyamete yakın bir zamanda yerden bir yaratık çıkarılıp onun vasıtasıyla o dönemdeki insanların dine karşı kayıtsızlığının belgeleneceğinden söz edilir bk. DÂBBETÜ’l-ARZ. Sûre Resûl-i Ekrem’in, tebliğ ettiği mesaja bağlılık ve sürekli Kur’an okumakla emrolunduğunun belirtilmesi, inanıp inanmamanın insanların iradesine bağlı olduğu ve kendisinin sadece bir uyarıcı konumunda bulunduğunu söylemesinin ardından bütün övgülere lâyık olan Allah’ın mûcizelerini yakında göstereceğinin bildirilmesiyle sona erer âyet 59-93.Neml sûresinin muhtevasından bu sûrenin, Allah’ın birliğine dayalı hak dinin son halkasını teşkil eden İslâmiyet’e karşı tepki ve direnişlerin gittikçe şiddetlendiği bir dönemde nâzil olduğu anlaşılmaktadır. Sûrede Hicaz bölgesi Araplar’ı ile Ehl-i kitabın ortak kültür unsurları kullanılarak hak dine davet faaliyetlerinden örnekler verilmiş, ayrıca Allah’ın birliği ve âhiret hayatının gerçekliği özellikle vurgulanmış, bu arada Kur’an’ın geçmiş semavi kitaplar gibi vahiy ürünü olduğu tekrarlanmıştır. Sûrenin sonunda İslâm’ın yakın bir gelecekte başarıya ulaşacağına işarette bulunulmuştur. Nitekim Neml sûresinin hemen ardından nâzil olduğu kabul edilen Kasas sûresinin ilk âyetlerinde Mûsâ-Firavun mücadelesine atıfta bulunularak yeryüzünde hor ve güçsüz görülen zümrelerin geçmişte üstünlük taslayanların yerine Hakkı temsil eden önderler olacakları hususunun Allah’ın muradı olduğu belirtilmektedir.“Neml sûresini okuyan kimseye Hz. Süleyman, Hûd, Şuayb, Sâlih ve İbrâhim’i tasdik veya tekzip edenlerin sayısının on katı sevap verilir ve bu kişi kabrinden lâ ilâhe illallah’ diyerek kalkar” meâlinde Hz. Peygamber’e nisbet edilen hadisin Zemahşerî, IV, 480; Beyzâvî, III, 293 mevzû olduğu kaydedilmektedir Muhammed et-Trablusî, II, 718-719.İbn Ebû Hâtim er-Râzî’nin Tefsîrü’l-Ķurǿâni’l-Ǿažîm adlı rivayet tefsirinden Neml sûresinin metni Neş’et Mahmûd Abdurrahman el-Kûcek tarafından yüksek lisans tezi olarak neşre hazırlanmış Câmiatü Ümmi’l-kurâ Külliyyetü’ş-şerîa, Mekke 1404-1405, Abdürrab Nüvâbüddin, ed-DaǾve ila’llāh fî sûreti’n-Neml adıyla bir doktora çalışması yapmıştır el-Câmiatü’l-İslâmiyye, ed-dirâsâtü’l-ulyâ ed-dave, Medine 1408.BİBLİYOGRAFYABâkıllânî, İ’câzü’l-Ķur’ân nşr. M. Abdülmünim el-Hafâcî, Kahire 1370/1951, s. 215-219; Ebû Abdullah es-Sayrafî, Nüketü’l-İntiśâr li-naķli’l-Ķurǿân li’l-İmâm el-Bâķıllânî nşr. M. Zağlûl Sellâm, İskenderiye, ts. Dârü Bursaîd, s. 34-36; Zemahşerî, el-Keşşâf nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali M. Muavvaz, Riyad 1418/1998, IV, 471, 480; Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, III, 293; Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî Ǿan şedîdi’ż-żaǾf ve’l-mevżûǾ ve’l-vâhî nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr, Mekke 1408/1987, II, 718-719; Âlûsî, Rûĥu’l-meǾânî, Beyrut 1405/1985, XIX, 154; Elmalılı, Hak Dini, V, 3652; Abdullah Mahmûd Şehhâte, Ehdâfü külli sûre ve meķāśıdühâ fi’l-Ķurǿâni’l-Kerîm, Kahire 1986, II, 272-276; M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taĥrîr ve’t-tenvîr, Beyrut 1420/2000, XIX, 216-217; Maurice Chemoul, “Neml”, İA, IX, 192; el-Ķāmûsü’l-İslâmî, IV, 505; Seyyid Muhammed Hüseynî, “Sûre-i Neml”, DMT, IX, Yazıcı We use cookies on our website to give you the most relevant experience by remembering your preferences and repeat visits. By clicking “Accept All”, you consent to the use of ALL the cookies. However, you may visit "Cookie Settings" to provide a controlled consent.

neml suresi 19 ayet fazileti