🐙 Allah Yolunda Infak Ile Ilgili Kıssalar

KehfSûresi ve Dini Cemaatler (2) 2010-09-17 03:46:00. Kehf sûresindeki yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Dikkat Hakkında"İnfak" ile ilgili ayetler. Onlar gaybe[9] inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar.* Bakara Suresi 3. Ayet (Mallarınızı) Allah yolunda harcayın. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın. Ahmedb. Hanbel, Müsneddeki ilgili rivâyetler ile ilgili değerlendirmeler, (thk. Şuayb Arnavût) Ebû İsa Muhammed b İsa b Sevre es-Sülemi Tirmizi, Sünen (Kahire : Mustafa el-Babi el-Halebi, 175M.S.), 669. Buhârî, Zekât 24. Yaşar Nuri Öztürk, Emevi Dnciliğine Karşı Mucadelenin öncüsü Ebu Zer (İstanbul: Yeni Boyut, 2016). Bukavram aslen Allah rızası dışında bir maksat gütmeyen, zekat edilen mal, infak edilen para, Allah yolunda harcanan servetler için kullanılsa da en yücesi elbette can’dır. Kişinin en değerli mülkiyeti candır ve o canı Allah yolunda fedaya hazır olmak, ortaya koyarken şehit düşmek Allah’a verilen en yüce borçtur. Eyehlikitap! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Ve Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın elçisi ve kelimesidir. Ki Meryem’e ilka ettiği [ulaştırdığı] kelimesi ve kendisinden bir ruhtur. Artık Allah’a ve elçilerine inanın. “Üçtür” demeyin. Son verin, sizin için daha iyi sahibul-kıssa hakkında umutrehberi tarafından yazılan gönderiler kendisiyle ilgili hiçbir şeye sahip değildir. Eğer Allah size kötülük dîlediyse, size gösterdiğim ayrı ayrı kapılardan girme tedbiri fayda vermez ve siz­den o kötülük uzaklaşmaz. Kimin Allah yolunda ayakları tozlanırsa Allah da cehenneme Onu İnfakve sadakanın farkı nedir? ikiside Allahü Teala'nın rızasını kazanmak için yapılır.Farkı İnfak Allah yolunda her şeyle yapılan harcamadır.Sadaka kısmı olarak yapılan harcamadır.Sadaka, Allah rızası için fakirlere, muhtaç kimselere, karşılıksız olarak verilen şey; yapılan yardım, her türlü iyilik; Allah yolunda yapılan harcamadır. Allahyolunda infak etmeyi fakire, yoksula vermeyi çok severdi. Kapısına gelen bir kimseyi boş çevirmeye gönlü razı olmazdı. Ama dünyalık mala mülke de sahip değildi. Bu sebepten kendisinden bir şey istendiğinde çok zor durumda kalıyordu. Bol bol verebilmenin tadına erme duyguları içerisinde kavrulup gidiyordu. AyrıcaSevgili Peygamberimiz (s.a.s.) tarafından meşru ve Allah rızasına uygun olması şartıyla; dünya ve dünya ile ilgili faaliyetleri över. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), dünya ve ahiret konusunda dengeli bir yol izlemiş, ne tamamen kendini ibadet ve meşguliyetlere kaptırarak ailesini ihmal etmiş, ne de tamamen MuhteremFethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde şunları söyledi: Duygu ve düşünce zehirlenmesine mübtelâ olan kimseler, hiçbir mahzur görmeden gıybet ve iftira edip duruyorlar; bazen korku bazen de atf-ı cürüm marazıyla başkaları da onlara iştirak ediyorlar. Kritik bir dönemde yaşadığımızdan dolayı, bazılarımız, bazıları, belki epey insan, işin İnfakkelimesi, Allah'ın (cc) hoşnutluğunu kazanma niyeti ile harcamada, yardımlarda (maddi,manevi) bulunma anlamına gelir. Aynı zamanda "İnfak” kelimesinin taşıdığı mânâ iyi tahlil edilirse, bu ibâdetin bir hikmetinin de, insanı ruh, şahsiyet ve karakter bakımından maddenin esâretinden kurtararak mâneviyâtı maddiyâta hâkim kılması olduğu görülür. 262 Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır. 62- İşte (İsa hakkında söylenen) gerçek kıssa budur. Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur. Muhakkak ki Allah çok güçlüdür ve hikmet sahibidir. 63- Eğer hGtClDL. Resulullah sav bir keresinde, "Hanginiz, varisinin malını kendi malından daha çok sever?" diye sordu. Cemaat "Ey Allah'ın Resul, içimizde, herkes kendi malını varisinin malından daha çok sever" dediler. Bunun üzerine "Öyleyse şunu bilin Kişinin gerçek malı hayatında gönderdiğidir. Geriye koyduğu da varislerinin malıdır." Ravi Hz. İbnu Mes'ud Kaynak Buhari, Rikak 12, Nesai, Vesaya 1, 6, 237-238 Resulullah sav buyurdular ki "Bir dirhem, yüzbin dirhemi geçmiştir." "Bu nasıl olur, ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Şu cevabı verdi. "Bir adamın iki dirhemi vardı. Bunlardan daha iyisini tasadduk etti. Diğeri ise, malının yanına varıp, malından yüzbin dirhem çıkardı ve onu tasadduk etti." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Nesai, Zekat 49 Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki "Sehâvet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Câhil sehâvet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Tirmizi, Birr 40, 1962 Rabbim dilediği kimsenin nasibini bollastirir, dilediğinin nasibini de kısar. Siz hayır yolunda her ne harcarsanız Allah onun yerini doldurur. O rızık verenlerin en hayırlısıdır. Sebe' süresi 39. Gerçekten Allah'ın Kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak edenler; kesin olarak zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler. FATIR/29 Ey iman edenler, hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmeden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Bakara Suresi, 254 Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir. Bakara-261 Örttüğü zaman geceye, Açıldığı zaman gündüze, Erkeği ve dişiyi yaratana and olsun ki, Bundan böyle her kim malını Allah yolunda hayır için verir ve günahlardan korunursa, Ve en güzel olanı lailahe illlallahı doğrularsa, Biz onu en kolay yola cennete muvaffak kılacağız. Kim de cimrilik eder ve kendini hiçbir şeye ihtiyacı kalmamış görür. Ve en güzeli de yalanlarsa, Onu da en zor yola hazırlarız. Çukura yuvarlandığı zaman malı onu kurtaramayacak. O ki, Allah yolunda malını verir, temizlenir. Onun yanında, başka bir kimse için karşılığı verilecek hiçbir nimet yoktur. O ancak yüce Rabbinin rızasını aramak için verir. Hz. Peygamber sav, sahibi bulunduğu maldan en fazla infak eden insandı. O’ndan herhangi birşey istenirse az veya çok mutlaka birşey verirdi. Verdiğinden dolayı duyduğu sevinç ve neşe, alan kişinin sevincinden daha fazlaydı. "Cimrilik etme ki Allah da sana olan nimetlerinden esirgemesin. Malının fazlasını saklama ki Allah da fazla olan keremini senden menetmesin." Müslim Resulullah sav yarın için hiçbir şey biriktirmezdi. Tirmizi Resulullah sav bir hadis-i kudside, Allah Teala hazretlerinin şöyle söylediğini haber verdi "Sen infak et, ben de sana infak edeyim." Efendimiz devamla dedi ki "Allah'ın eli yedullah doludur. Gece ve gündüz boyu yapılan arkası kesilmez infaklar onu azaltmaz. Arz ve semavatın yaratılaşından beri Allah'ın infak ettiklerini düşünün! Bunlar, O'nun elindekinden hiçbir şey eksiltmemiştir. O'nun Arş'ı suyun üzerindeydi. Elinde mizan da var, alçaltır, yükseltir." Ravi Hz. Ebu Hüreyre Kaynak Buhari, Tevhid 22,35, Tefsir, Hud 2, Nafakat 1, Müslim, Zekat 37, 993, Tirmizi, Tefsir, 3048 Resulullah sav bize ikindi namazı kıldırmış idi. Selam verince acele ile cemaati yarıp evine girdi. Halk onun bu telaşesinde hayrete düşmüştü. Ancak geri dönmesi gecikmedi. Gelince, halkın merakını yüzlerinden anlayan Hz. Peygamber şu açıklamayı yaptı "Yanımda kalan birkısım altın vardı namazda onu hatırladım. Beni alıkoyacağından korktum ve hemen gidip dağıttım." Ravi Hz. Ukbe İbnu'l-Haris Kaynak Buhari, Ezan 155, Amel fi's-Salat 18, Zekat 20, İsti'zan 36, Nesai, 104 3, 84 Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor "Resulullah ASM buyurdular ki "Sadaka vermede acele edin. Çünkü belâ sadakanın önüne geçemez.'' "Mal sadaka ile eksilmez.'' Müslim Sadakayı vermekte israf olmaması.. Fakir olmak korkusuyla sadakanın terkedilmemesi.. Minnetin olmamasına.. Çünkü veren Allah'tır, kul ise bir vasıtadır. “Kârlı ticaret işte budur!” Gençlik çağını Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin hizmetinde geçiren ve çok hadis rivayet eden sahabe Hz. Enes radıyallahu anhu anlatıyor “Medine’de ensar arasında en fazla hurmalığı bulunan Ebû Talha radıyallahu anhu idi. En sevdiği malı da Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ adlı hurma bahçesiydi. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem de bu bahçeye girer ve oradaki tatlı sudan içerdi. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, birre iyi kulların derecesine eremezsiniz.”Âl-i İmrân; 92 ayet-i kerimesi nazil olunca, Ebû Talha Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına geldi ve – Ya Resulallah! Cenâb-ı Hak sana “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça, birre eremezsiniz” âyetini gönderdi. En sevdiğim malım Beyruhâ adlı bahçedir. Onu Allah rızâsı için sadaka ediyorum. Allah’dan onun sevabını ve ahiret azığı olmasını dilerim. Beyruhâ’yı Allah’ın sana göstereceği şekilde kullan, dedi. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu – Ne mutlu sana! Kârlı ticaret işte budur! Seni duydum, Ebu Talha. Onu akrabalarına vermeni uygun görüyorum. Ebû Talha – Öyle yapayım ya Resulallah, dedi ve bahçeyi akrabaları ve amcasının oğulları arasında taksim etti. Buhârî, Müslim Malın infak edilmesi şartı Ashabı kiram, bir ayet nazil olduğu zaman hemen onunla amel etmeye koşuyorlardı. Kendilerinden bir fedakârlık istendiği zaman, “Bir başkası yapsın” diye sağlarına sollarına bakmıyorlar, hemen öne atılıyorlardı. Onlar işte bu sayede üstün ve örnek oldular, gökteki yıldızlar gibi yolumuzu aydınlattılar. Tabiîn nesli ve daha sonra onları örnek alan zahidler, abidler ve sûfiler de bu ahlakı benimsediler. Öyle ki, Ferüdiddin Attar hazretleri, tasavvuf yolunun büyüklerinden Cüneyd-i Bağdadî’nin, kendisinden feyz almak içi sohbet halkasına katılmak isteyenlere malını mülkünü dağıtmasını şart koştuğunu nakleder. Tasavvuf yolunda nefse ve dünyaya karşı arzuları azaltıp, Allah’a ve ahirete karşı rağbeti artırmanın birinci şartı olarak, malını infak etmek şartı koşulmuştur. Malumdur ki, insan elindeki varlıkları en çok sevdiği şeye veya kişiye harcar. Harcadıkça da sevgisi ziyadeleşir. Çünkü kendi nefsinden kısıp ona verdikçe, onun sevgisini kazanır. İnsan kendini nereye ait hissederse yatırımını oraya yapar. Kendini dünyaya ait hissederse dünyasını mamur etmeye bakar; ama dünyada fani olduğunu, asıl vatanının ahiret olduğunu idrak ederse yatırımını ahirete yapar. Sufilerin cömertlik ahlakına dair menkıbelerden birinde anlatılır; samimi bir sûfi, malını mülkünü cömertçe dağıtıyordu. Akrabaları onu şikayet etmek için sohbet arkadaşlarına geldiler. “Her şeyini dağıtıyor, ilerde yoksul düşüp perişan olmasından korkuyoruz. Ona biraz nasihat edin” dediler. Sohbet arkadaşları kendisine neden böyle yaptığını sorunca sûfi şöyle cevap verdi “Bir insan bir yere taşınacaksa artık arkasında mal mülk bırakır mı?” Gönlünü Allah’a ve ahiret yurduna bağlamış olan samimi bir mümin için dünya, konulup göçülen bir uğrak yeridir. Burada fazla yerleşmeye bakmaz, elindekileri önden gönderir. Elbette bu insanın imandaki derecesiyle alakalıdır. Tasavvuf yolunun esaslarını anlattığı risalesinde İmam Kuşeyrî, cömertliğin dereceleri olan sehâ cömertlik, cud el açıklığı ve îsâr başkalarını nefsine tercih meselesi hakkında şöyle demektedir “Hak dostlarının cömertlik ahlakında ilk mertebe sehâdır. Her kim ki elindeki imkânlarının birazını verir ve biraz da kendine bırakırsa o kimse sehâ sahibidir. Her kim ki elindekinin çoğunu verir; kendisi için az bir şey bırakırsa, işte bu kimse de sâhib-i cûd’dur. Her kim ki verme hususunda başkasını kendi nefsine tercih ederse, işte o kimse îsâr sâhibidir.” İnfakta destan yazanlar… Sahabe-i kiramın büyükleri ellerine geçen imkânları Allah yolunda infak etme hususunda birer destan kahramanı gibiydi. Bilhassa Hz. Ali ve Hz. Fatıma radıyallahu anhuma, çok dar imkânlarla geçinmeye çalışırken dahi ellerindekini veriyorlardı. Onların, üst üste üç gün, tek yiyecekleri olan arpa ekmeğini tam iftar vaktinde kapıya gelen muhtaçlara verip, suyla iftar ettikleri rivayet edilmiştir. Onlar, kendileri muhtaç iken elindeki son nimeti de Allah rızası için vermek gibi yüksek bir ahlaka sahiptirler. İşte tasavvuf ehli, onların bu yüksek ahlakına fütüvvet ahlakı demiştir. Fütüvvet, delikanlılık, yiğitlik manasına gelir ama daha çok arkadaşını kendinden çok düşünmek ve onun için cömertlik ve kahramanlık yapmak manasında kullanılır. Tasavvuf ehli de Allah yolunda din kardeşini kendi nefsine tercih etmeyi böyle yüksek bir ahlak olarak görmüştür. Esasen insan kendi nefsinden kısmadan asla infakta bulunamaz. Çünkü insan imkânları kısıtlı, ihtiyaç ve arzuları ise sınırsız derecede çok olan bir varlıktır. Elbette bu sebeple eline geçeni hırsla sahiplenmeye, biriktirip yığmaya temayülü vardır. Herkesin malı, mülkü, parayı sevmek için kendince bahanesi vardır. Kimi tokluk, rahatlık, çalışmadan yaşamak gibi basit seviyede gayeler için malı sever, kimi aile kurmak, çoluk çocuk yetiştirmek için… Kimisi başkalarına el açmamak, zillete düşmemek, şerefiyle yaşamak için imkân sahibi olmak ister. Kimisi ise başa gelebilecek hallere karşı bir kenarda biraz birikimi olsun diye arzu eder. Çünkü para her kapıyı açan bir anahtar gibi görülür, maddi imkânların her sorunu çözebileceği zannedilir. Veren Allah’tır Aslında düşünülecek olursa, para ve mal insana Allah’ın takdir ettiği şeylerden öte hiçbir şey sağlamaz. Bir insanın sıhhati olmasa, altından taht üzerinde otursa da afiyet içinde yiyip içemez; rahat bir gece uykusu geçiremez. Allah insana hayırlı bir aile ve evlat nasip etmese, para hiçbir meseleyi çözmez. Şeref ve izzeti veren de Allah’tır; insan hasbelkader bir musibete uğrar da saygınlığını kaybederse para onu geri getirmez. Allah-u Zülcelâl insanı bir belaya uğratmayı dilemişse, hırsla topladığı mal ve paralar onu muhafaza etmez. Allah dilerse onu malın mülkün fayda vermeyeceği belalara uğratabilir yahut elindekileri bir musibetle yok edebilir. İşte memleketimize sığınan Suriyeli kardeşlerimizin durumu, buna en güzel örnek değil mi? Onlar da tıpkı bizler gibi, işi gücü, evi barkı, tahsili, makamı, çevresi, itibarı olan kişilerdi. Ülkelerinde iç savaş ve katliamlar başlayınca hayatta kalan çoluk çocuklarını alıp alelacele komşu ülkelere sığındılar. Şimdi ne dükkanları var, ne daireleri, ne tarlaları, ne düzenli maaş aldıkları işleri… Kendi memleketlerinde geçerli olan diplomaları burada geçmiyor, orada tıp, mühendislik okumuş gençler bile tekstil atölyelerinde üç kuruşa çalışarak ailelerine nafaka götürmeye durum onlara mahsus değil; pekala bizim de başımıza gelebilir. Bir depremle yok olur saltanatımız… Mesela devamlı bahsettikleri deprem ağır bir yıkıma sebep olsa, ne yapabiliriz? Adapazarı depreminden sonraydı, burada apartmanı olan bir iş adamı fakir düşmüştü. Aslında apartmanını bizzat kendi yaptırmış ve çok kaliteli malzeme kullanmış. Zaten apartman yıkılmamış, ama temel sarsılınca ve yan taraftaki bina onun üzerine doğru yıkılınca eğilmiş ve oturulamaz hale gelmiş. Bu gibi örneklerden de anlaşılıyor ki elimizdeki hiçbir şey mutlak manada bir güç kaynağı değildir; bizi hiçbir şeyden korumamaktadır. Allah’ın insan için takdir ettiği neyse o olmaktadır. Buna tam manasıyla inanmış bir mümin asla mala mülke gönül bağlamaz; onu mutlak bir güç kaynağı saymaz. Aksine elinde bulunanları bir emanet bilir; Allah’ın emri ve rızası doğrultusunda sarf eder. Çünkü bilir ki, ya o mal bir süre sonra elinden çıkacak yahut o malını bırakıp ölecek! İşte yaşadığı müddet içinde, önden gönderdikleri kendisine fayda verecek… İnfak edene pişmanlık yok! Bir insan için dünya ve ahirette arzu edilecek en büyük nimet, huzur ve selamettir. İnsanın korku ve üzüntülerden kurtulması, tam bir huzura kavuşması ne büyük bir mükafattır. İnsanı infak etmekten alıkoyan en büyük endişe, “Ya verdiğim için yoksul düşersem, gayri ihtiyari üzüntü duyar, verdiğim için pişman olur da iyiliğimi boşa çıkarırsam” korkusudur. Hâlbuki şimdiye kadar, sırf Allah rızası için, halisane bir niyetle infakta bulunup da sonra pişman olan kimse olmamıştır. Çünkü bu konuda Allah’ın garantisi vardır, Allah-u Zülcelâl kendi rızası için infak edenlere üzüntü ve korku çektirmeyecektir. Allah-u Zülcelâl, malını infak edenlere çok büyük bir müjde veriyor “Mallarını gizli ve açık olarak gece ve gündüz harcayan kimseler var ya, iste onların Rableri katında güzel karşılıkları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” Bakara; 274 Bunu gerçek hayatta birçok örnekte açıkça görebiliriz; Allah-u Zülcelal, rızası için harcama yapanlara muhakkak, ya yerine daha hayırlısını verir veya o kişiyi mala, mülke muhtaç olmaktan müstağni ihtiyaçsız kılar. Mesela bir hanım tanıyorum, hep fakir kuran kursu talebelerine burs verirdi, sonra kocası iflas etti. Onun çocukları da başkalarının verdiği bursla okudu ve faydalı insan oldular. Belki de Allah-u Zülcelâl onlara babalarının malından daha helal bir rızık nasip etmişti. Eğer zamanında vermemiş olsaydı, iflas sırasında elinden her şey gittiği gibi o verdikleri de gidecekti. Allah-u Zülcelâl, kulunun sevdiği şeyleri halisane bir şekilde, sırf Allah’ın rızasını arayarak harcamasına değer vermektedir. Bilhassa Müslümanların dar günlerinde, İslam’ın henüz zafere ulaşmadığı, sıkıntılı ve kuşkulu bir dönem geçirdiği imtihan zamanlarında Allah’a iman ve tevekkül ederek parasını harcayanı daha farklı mükâfatlandırmaktadır. Müslümanlar Mekke’yi fethedip Arap yarımadasında hakim duruma gelince birçok kişi Müslüman olmuştu. Allah-u Zülcelâl, ilk Müslümanların fetihten önceki dönemde yapmış olduğu fedakârlıkların daha üstün olduğunu bildirerek yeni Müslümanların bolca hayır hasenat yapmaya davet etti “Niçin malınızı Allah yolunda harcamıyorsunuz? Oysa gökler ve yer Allah’a miras kalacaktır. İçinizden Mekke fethinden önce mal harcayanlar ve savaşanlar, daha sonra mal harcayanlar ve savaşanlarla bir değildirler. Onların derecesi daha sonra mal harcayıp savaşanların derecesinden daha üstündür. Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel ödülü vadetmiştir. Allah sizin neler yaptığınızı bilir.”Hadid; 10 Malumdur, bir ticarette veya yatırımda risk yüksekse ekseriyetle kâr da yüksek olur. Bunun gibi, İslam’ın zayıf olduğu zamanlarda bu dinin mutlaka üstün geleceğine iman edip, tabiri caizse, buna yatırım yapmak, elbette daha üstün bir mükâfat getirecektir. Esasen Allah’ın kimsenin fedakârlığına ihtiyacı yoktur, ancak bizim kendimizdeki imanı kökleştirmek için böyle fedakârlıklara ihtiyacımız vardır. Ruh ve nefsin çağrısı İnsan her sabah yatağından kalktığında, iki çağrıya muhatap olur; ruhu Allah’a ve ahirete çağırırken, nefsi dünyalık elde etmeye çağırır. Ne yazık ki nefis çok arsızdır, hiç susmaz; hiç vazgeçmez, insanı kendi hevesatının peşine düşürmek için türlü hileler yapar. Ruh ise nazlıdır, kendisine değer verilmezse susar, vazgeçer. Bu sebeple kişi arsız nefsinin elinden yakasını kurtarmak için onu biraz zayıflatmalı ve gücünü, etkisini kırmalıdır. Nazlı olan ruhunu diri tutmak için ona daha fazla değer vermeli, onu güçlendirmeli, aziz ve şerefli tutmalıdır. İnsan malı mülkü çok, imkânları geniş olduğu müddetçe dünyayı sever, ahireti unutur. Nefsi dünya zevkleriyle keyiflendikçe azgınlaşır. Benliği dünyevi üstünlüklerle şımardıkça dik başlı hale gelir, Allah’a boyun eğmekten yüz çevirir. Bir yoksula hatası için uyarıda bulunulsa her ne kadar öğüdünü tutmasa bile en azından sert cevap vermez ama malı mülkü, makamı ile şımarmış bir kişi, öğüdünü tutmadığı gibi bir de karşısındakini azarlar. Bu da nefsin dünyalıkla nasıl kabardığının ispatıdır. Bizler, Allah-u Zülcelâl’in ulu’l-azm Peygamberlerinin istemediği veya kendilerine verilmemiş şeylere talip oluyor ve bunları kendimiz için iyi zannediyoruz. Hâlbuki iyi olsaydı, Allah-u Zülcelal Hz. Musa aleyhisselamı, mazlum ve müstazaf bir kavmin peygamberi değil, güçlü kudretli ülkenin padişahı yapardı. Yahut Hz. İsa aleyhisselamı kavminin önde gelenleri tabi olur, onu liderleri ve ordularının komutanı seçerlerdi. Peygamberimiz, Allah’ın Habibi idi, ne istese verilirdi ama Allah’tan dünyalık bir şey istemedi; dua hakkını bile ahirette şefaat etmek için sakladı. Dünyada eline ne geçtiyse Allah’ın rızasını kazandıracak yerlere sarfetti, fakir gibi yaşadı. Bizler onun gibi olamıyorsak bile hiç değilse dünyalık biriktirdiğimiz kadar ahirete de yatırım yapalım. Kendi çocuklarımızı düşündüğümüz gibi ümmetin yoksul mültecilerini düşünelim. Belki de verdiğimiz bir miktar sadaka bizi daha büyük felaketlerden koruyacak. Bizim kapımıza gelmiş muhtaçlara el uzatırsak belki onların durumuna düşmekten muhafaza olacağız. Bu bizim için bir nimet sayılmaz mı?

allah yolunda infak ile ilgili kıssalar